Ebû Hanîfe (r.a.) tâbiîlerinin çokluğu ve mezhebinin dünyanın dört bir tarafına yayılmasıyla diğer imâmlardan ayrılır. Dünyanın yarısı, hatta üçte ikisi ona tâbi olmuştur. Ebû Hanîfe (r.a.)’in mezhebi, tedvin (toplayıp kitap haline getirme) açısından da mezheblerin ilkidir.
Oruç keffaretini yerine getirmek sırası ile üç şeyden birisiyle olur. Şöyle ki; bunlardan birincisine gücü yettiği takdirde ikinci veya üçüncü ile bunun edâsı caiz olmadığı gibi, ikinciye gücü yettiği takdirde de üçüncü ile edâsı caiz olmaz.
Bir kişinin yolculuk sebebiyle oruç tutmama ruhsatına sahip olabilmesi için çıkılacak yolculuğun yaya veya deve yürüyüşüyle üç günlük bir mesafeden az olmaması gerekmektedir. Zira bu durumda meşakkât olacağı açıktır.
Bozulan her türlü orucun sonucunda mutlaka keffaret gereklidir denemez. Bu yüzden keffaret ancak onu gerektirecek hususi durumlarda vacip olur. Bu hususi durumlar şunlardır: Kamil manada orucun bozulması yani orucu bozma denilen kasıtlı olarak yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak eylemlerinden biri ile bozulan Ramazan orucudur.
Şüphesiz en güzeli, teravihi hatimle kılmaktır. Buna göre bazı camilerde cemaatin bilgisi doğrultusunda bu şekilde yani hatimle teravih kılınması tavsiye edilmelidir. Diğer camilerde ise namazın erkânına ve huşuuna riayet etmek kaydıyla cemaatin durumu gözetilmelidir.
Allâhü Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Hayır; Râbbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.” (Nisa s. 65)
Hadîs-i Şeriflerde ve diğer kaynaklarda belirtildiğine göre, zekâta tabi olan mallar şunlardır: Altın, gümüş, deve, sığır, koyun-keçi, atlar ve diğer hayvanlar. Toprak mahsulleri: Meyveler, sebzeler, buğday, arpa, mısır ve diğer tahıl ürünleri.
Âlimler şu konularda görüş birliği etmişlerdir: Sabah namazının farzında, akşam ve yatsı namazlarının farzının ilk iki rekâtında kırâat açıktan okunur. Öğle ve ikindi namazlarında, akşam namazının farzının üçüncü rekâtında, yatsı namazının üçüncü ve dördüncü rekâtlarında kırâat gizli yapılır.
Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) Resûlullâh (s.a.v.)’in gözleri önünde Allâh (c.c.) düşmanlarına karşı cihad ettiler, ilk müslümanlardan oldular. Ashâb (r.a.e.)’in fazîletini ancak onların hayatlarını düşünen, Resûlullâh (s.a.v.) hayatta iken ve onun vefâtından sonra izledikleri yolu, çalışmalarını, dini yayma, Allâh kelimesini (İ’lâ-yı kelimetullâh), farzları ve sünnetleri öğretmek hususunda gösterdikleri üstün gayretleri derin derin tefekkür eden kimseler bilir.
Resûlullâh (s.a.v.) vedâ haccı esnasında insanlara bir hutbe verdi. Buyurdu ki: **“Muhakkak size bıraktığım şeylere sımsıkı sarılırsanız asla delâlete düşmezsiniz. Bu şeyler de iki emirdir; Allâh (c.c.)’un Kitabı Kur’an ve Nebinizin sünnetidir.
Namazın içinden olan altı farz şunlardır: İftitah Tekbiri; niyetin hemen arkasından elleri kaldırırken “Allâhü Ekber” diyerek yapılır. İmâm, “Allâhü Ekber” sözünü bitirmeden önce, uyan kişi “Allâhü Ekber” sözünü bitirse, namaza başlamış olmaz.
İbn Ömer (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı:. ”Bir kimse, halkın yiyecek maddelerinde ihtikâr (karaborsa) yolunu tutarsa, Allâh (c.c.)’dan uzak kalır. Allâh (c.c.) da ondan uzaktır.” Saîd b. Müseyyeb (r.a.), Ömer b. Hattab (r.a.)’den naklen Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı. “Câlib rızıklanır; muhtekir (karaborsacı) mel’undur.
Günümüzde hıristiyan dünyası tarafından resmen kabul edilen 4 İncil nüshası arasındaki farklılıklar bir yana, 325 yılına kadar hıristiyanların elinde 100’den fazla farklı İncil nüshasının mevcut olması, İncil adıyla elde bulunan kitapların Hz. İsa (a.s.)’a indirilen İncil-i Şerif ile alakasının bulunmadığını bariz bir şekilde göstermektedir.
Günümüzde İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlık mensuplarının, aynı kaynaktan gelen kitapların vârisleri ve aynı soya (Hz. İbrahim (a.s.)’a) dayanan peygamberlerin tabileri oldukları söylenerek, bu dinler arasında ortak noktalar tesis etme girişimleri bulunduğu malumdur.
Ehl-i Sünnet yolunun önemini gâyet iyi bilen İslâm düşmanları, İslâm’ı dışarıdan yıkmayı başaramayacaklarını anladıkları için münâfıklar vasıtasıyla İslâm’ı içten yıkmaya çalışmaktadırlar. Ancak bunda da başarılı olamayacaklardır.
Cihâdın dîni terminolojideki anlamı, kâfirlerle savasta elden gelen çabayı sarfetmektir. Aynı zamanda cihâd kelimesinden türeyen mücâhede, nefis, şeytan ve fâsıklarla mücâdele anlamında kullanılır.
Dört şey bedeni kuvvetlendirir: 1. Et yemek. 2. Güzel kokular sürünmek. 3. Cinsî münasebette bulunmadan yıkanmak. 4. Keten elbise giymek. Dört şey bedeni zayıflatır:
Selef-i Sâlihîn (r.âleyh) sükût etmeyi ve dinlemeyi konuşmaktan üstün tutarlardı. İnsanlar arasında meşhur olmamayı, ismi ve resmi bilinmemeyi, ismi her yerde duyulmaktan, meşhur olmaktan şerefli sayarlardı. Birisinin sorusuna bir kardeşinin fetvâ vererek kâfi gelmesini temenni ederlerdi.
Erkeklerin hanımları üzerinde hakları olduğu gibi, hanımların da erkekleri üzerinde hakları vardır. Erkeklerin bu hakları gözetmeleri lâzımdır. Hanımı ile güzel huylu, güler yüzlü olmalıdır. Allâhü Teâlâ: “Onlarla iyi hayat sürün” (Nisâ s. 19) buyuruyor.
Abdullah b. Mübarek (r.âleyh), kölesi satış yaparken Peygamber (s.a.v.)’e salâvat getirirse, o gelirinden yemez ve: “Sen, Peygamber (s.a.v.)’e salâvat getirerek malı övdün, müşteri tavlamak için salâvat getirdin; sakın böyle yapma! Müşteriye malının ucuz olduğunu veya güzel olduğunu söyleme, malı önüne koy, sesini çıkarmadan sat!” diye öğüt verirmiş.
İmâm Ebû Hanîfe en-Nu‘mân (r.a.)’in âlimliği Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Bu isim ve künye ile ortaya çıkıp da onun aracılığıyla Allâhü Teâlâ dinime yeniden kuvvet, şan ve şeref kazândıracak, ümmetimin âlimleri içinde hakikat güneşinin kandili olup onun doğmasıyla hidâyet yıldızları olan diğer mezheplerin âlimleri gizlenmek durumunda kalacaktır” diye haber vermesi ve onun vücudunu, bütün yeryüzünün süsü ve bezeği sayması ile tesbit edilmiştir.