Kadının aslî görevleri evin içindedir. İslâm, kadına asli görevi ibâdetten sonra, Allâh (c.c.)’a kulluk yapacak, toplum ve cemiyete yararlı olacak insanları yetiştirmek ve insan neslini koruma görevlerini veriyor.
Bir kimse; tevhidi yani Allâh (c.c.)’un birliğini kabul edip “Lâ ilâhe illallâh” dediği halde, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in risâletini, peygamberliğini kabul etmezse, müslüman olmaz, imânlı sayılmaz.
Büyüklerden biri şöyle anlatıyor: “Bir hastayı ziyârete gitmiştim. Hasta ölmek üzere idi. Kendisine şehâdet kelimesini telkîne başladım, fakat adam bir türlü şehâdet getiremiyordu. Adam biraz açılınca: “Kardeşim ne oluyor ki, sana telkîn veriyorum da, şehâdet getiremiyorsun?” Adam: “Kardeşim terazinin dili, dilimin üzerinde şehâdet getirmemi engelliyor” dedi.
Tasavvuf, ilim ve âmelle Allâhü Te’âlâ’nın rızâsını ve O (c.c.)’un teveccühünü kazânmaya ve bu manâda O (c.c.)’a yaklaşmaya ve yakın olmaya çalışmaktır. Tasavvuf fıkhın bir şubesidir. Çünkü fıkıh, İmâm A’zam Ebû Hanife (r.a.)’in tarif ettiği gibi, “Nefsin yani insanın kendisinin lehinde ve aleyhinde olan hükümleri, helâl ve haramları, sevâp ve günâhları bilmesidir.”
Zekâtın vâcib olmasının (farziyetinin) şartı, aklı yerinde ve buluğ çağına ermiş olmaktır. Çünkü bu ikisi olmayınca sorumluluk yoktur.
İbn-i Abbas (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ramazan’ını şöyle anlatıyor: “Resûlullâh (s.a.v.), Ramazân’da her gece Cebrail (a.s.) ile karşılaşır, onunla Kur’ân-ı Kerîm müzâkere ve mukâbelesinde bulunurdu.” (Buhârî)
1. Sahura Kalkmak: Hz. Peygamber (s.a.v.) şu tavsiyede bulunmuştur: “Sahura kalkınız. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır.” (Buhârî) Çocuklar, derunleri temiz olduğu için o berekete katılmak isterlerse engel olunmamalıdır...
mam-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.)’a göre; toprak, kum, taş (tozu), kireç, alçı, sürme ve zırnık gibi yerin cinsinden olan her şeyle teyemmüm etmek caizdir. Bir kimse, misafir olduğu halde veya şehir haricinde olup, şehir ile bulunduğu yerin arasında bir mil (dört bin adım) yahut daha fazla mesafe bulunursa ya da suyu bulabiliyor da, suyu kullandığı takdirde hastalığının artacağından, veya cünüp olan şahıs soğuk su ile yıkandığı takdirde öleceğinden veya hastalanacağından korkarsa, o zaman temiz toprak ile teyemmüm eder.
İslâm hukukunda deliller dört tanedir: Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs. Bunlardan ilki olan “Kitap” yani Kur’ân-ı Kerim şeriatın küllî esaslarını teşkil eder, İslâm ümmetinin bel kemiğini oluşturur.
İslâm Dîni insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne inmiştir. Kur’an’da; “Biz, seni (Habîbim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için gönderdik” yani senin peygamberliğin, insanların iyiliği kurtuluşu ve mutluluğuna sebeptir, buyurulmuştur.
Kazâya kalan namazların tek başına veya ce-maatle kazâ edilmesi durumunda ezân ve kâme-tin tekrarı gerekir. Şâyet kazâ edilecek namazlar birden fazla ise kazâ edeceği ilk namaz için ezân okur ve kâmet getirilir. Daha sonra kazâ edeceği namazlar için sadece kâmet getirilir.(Suâlli Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.440-441)
Fıkıh gerçek anlamıyla; insanların dünya hayatlarını, yaratanın rızasına uygun biçimde düzenleyerek ahirette kurtuluşa ermelerini sağlayan bir ilim, bir nizamnâmedir. Fıkıh ilmi müslümanların günlük hayatları için gerekli olan bilgileri içerir.
Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Resûlullâh (s.a.v.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadîs-i şerîfte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî) buyrulmuştur.
Sürçi lisanla veya zorla küfrü gerektiren bir sözü söylemekle kişi kâfir olmaz. Allâhü Teâlâ’yı inkâr etmek, tabiatçıların yaptığı gibi veya icmâ ile sabit olan ilim, kudret gibi Allâhü Teala’nın yüce sıfatlarından birini inkâr etmek veya Allâhü Teâlâ’ya renk veya şekil izâfe etmek küfürdür.
Bu günü; varsa, kendisinin devamlı verdiği bir gün yoksa günümüz teamüllerine binaen alışılagelmiş bir ay olan Ramazan ayından belirli bir gün olarak tespit etmesi gerekir. Artık belirlediği bu güne ömrünün sonuna kadar riayet etmelidir.
Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e: “Onlar namazlarından gafildirler” âyetinin tefsirini sorduğumda: “Namaz vaktini geciktirmektir” cevâbını verdi demiştir. Yâni, simaları namaz kıldıklarını gösterir, fakat tembellik edip namazlarını geciktirdiklerinden dolayı azâbın en çetini “veyl” ile cezalandırılmışlardır.
Namaza geç kalıp imâma birinci rekâtta yetişemeyen kimseye mesbuk denir. Mesbuk, imâm iki tarafa da selâm verdikten sonra, ayağa kalkarak, yetişemediği rekâtları kaza eder ve kırâetleri (okumaları), birinci, ikinci, üçüncü rekât kılıyormuş gibi okur. Oturmayı ise, dördüncü, üçüncü ve ikinci rekât sırası ile, yani sondan başlamış olarak yapar
Hanefî mezhebine göre Fâtiha’nın sonunda “âmîn”in gizli söylenilmesi sünnettir. Bu konuda imâm, cemaat ve yalnız başına kılanlar arasında fark yoktur. Şâfiî mezhebine göre ise “âmîn”, açık kıraatli namazlarda açıktan, gizli kıraatli namazlarda gizlice söylenir.(İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, c.2, s.172)
Târihçiler İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe (r.a.)’in orta boylu, delil getirme yeteneği güçlü, sesi güzel, fizikî yapısı itibariyle mükemmel olduğu husûsunda ittifâk halindedir.
“… Tâ ki, o mal, sizden yalnız zenginlerin elinde dolaşan bir servet olmasın.” (Haşr s. 7) Bu âyet, servetin belirli ellerde toplanmasını ve âtıl bir halde tutulmasını yasaklamaktadır. Fakat zengin, malını meşru yoldan kazanmışsa onun saygınlığı vardır.
Sakal, Peygamber (s.a.v.)’in sünneti, yani yolu olduğu gibi, bütün peygamberlerin de sünnetidir. Cenâb-ı Allâh tarafından gönderilen bütün nebi ve resûller sakallı idiler.