İmâm Ebû Hanîfe en-Nu‘mân (r.a.)’in âlimliği Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Bu isim ve künye ile ortaya çıkıp da onun aracılığıyla Allâhü Teâlâ dinime yeniden kuvvet, şan ve şeref kazândıracak, ümmetimin âlimleri içinde hakikat güneşinin kandili olup onun doğmasıyla hidâyet yıldızları olan diğer mezheplerin âlimleri gizlenmek durumunda kalacaktır” diye haber vermesi ve onun vücudunu, bütün yeryüzünün süsü ve bezeği sayması ile tesbit edilmiştir. Bu hadisleri bilmeyen veya sıhhâtine güvenmeyenler, diğer büyük müctehitlerin yaptığı tanıklıklara güvenmelidir. Çünkü bu tanıklıklar sahih senet ve belki bazıları da tevâtür ile sabittir. Ebû Hanîfe (r.a.)’in ahlakî güzellikleri ve fazîletleri insanlar arasında da çok iyi bilinmektedir. Hanefî mezhebinden olmayan adalet ve insaf sahibi kimseler bile Ebû Hanîfe (r.a.)’in fıkıh ilminde herkesten önde olduğunu belirtmişlerdir. Hatta İmâm-ı Şâfiî Hazretleri “Bütün insanlar, fıkıh ilminde İmâm Ebû Hanîfe Hazretleri’nin çocukları sayılır. Fıkıh ilmini hakkıyla öğrenmek isteyenler, onun talebelerinden ayrılmamalıdır.” demiştir. Yine İmâm-ı Şâfiî (r.âleyh) Hazretleri şöyle söylemiştir: İmâm-ı Mâlik (r.a.) Hazretleri’ne; “Ebû Hanîfe (r.a.) ile karşılaştığınızda kendilerini nasıl görmüştünüz?” dediğimde, “Öyle kâmil ve inceden inceye araştıran bir kimse daha olamaz. Faraza eğer şu direk için altındır demiş olsaydı, mutlaka delil ve tanık getirir; olması uzak görünen şeyleri güneş gibi ayân beyân ortaya koyardı.” İmâm-ı Şâfiî (r.âleyh) Hazretleri Bağdat’a gidip İmâm-ı Âzam (r.a.)Efendimiz’in güzel kokulu türbelerini ziyaret ettiğinde kıldığı iki rekât namazın intikâl (geçiş) tekbirlerinde ellerini kaldırmamıştır. Bir rivâyette kıldığı namaz sabah namazı olduğu hâlde kunut duâlarını okumamış, niçin terkettiğini soranlara, “Şu makâmın sahibi bulunan Hz. İmâm’a uyup huzurlarında teeddüp ettiğim için muhâlefet etmek istemedim” diye cevâp vermiştir. (Manastırlı İsmail Hakkı, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.46-51)