Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) Resûlullâh (s.a.v.)’in gözleri önünde Allâh (c.c.) düşmanlarına karşı cihad ettiler, ilk müslümanlardan oldular. Ashâb (r.a.e.)’in fazîletini ancak onların hayatlarını düşünen, Resûlullâh (s.a.v.) hayatta iken ve onun vefâtından sonra izledikleri yolu, çalışmalarını, dini yayma, Allâh kelimesini (İ’lâ-yı kelimetullâh), farzları ve sünnetleri öğretmek hususunda gösterdikleri üstün gayretleri derin derin tefekkür eden kimseler bilir. Onlar olmasaydı bu dinin hiçbir esası bize ulaşmazdı, farzları farz, sünnetleri sünnet olarak bilmezdik. Onlara kusur bulan, onlara söven dinden çıkar. Müslüman câmianın dışında kalır. Çünkü kusur bulmak, onların kötü olduklarına itikaddan, onlar hakkında gizlenen bir kinden, Allâhü Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de onları övmesini, Resûlullâh (s.a.v.)’in onların fazîletini ve onları sevdiğini ifade eden hadîslerini inkâr etmekten doğar. Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) Peygamber (s.a.v.)’in yardımcılarıdır. Şeriatın nâkilleridir. Nakledeni horlamak, nakledileni horlamak olduğu, nifâk, zındıklık ve dinsizlikten uzak olan, düşünebilen herkes için zahirdir, idrak edeceği bir gerçektir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allâh beni ihtiyar buyurdu (seçti) ve benim için de ashâbımı seçti. Onlardan kimini benim için vezir, kimini yardımcı, kimini de hısım yaptı. Her kim onlara söver ise Allâh’ın ve bütün meleklerin, insanların lâneti onun üzerine olsun. Allâh kıyâmet gününde ondan ne bir farz ne de nafile ibâdet kabul eder.” Eyyub es-Sahtiyanî (r.âleyh) şöyle diyor: “Ebû Bekir (r.a.)’i seven dininin minberlerini dikmiştir. Ömer (r.a.)’i seven yolunu genişletmiştir. Osman (r.a.)’i seven Allâh (.c.)’un nuruyla nurlanmıştır. Ali (k.v.)’yi seven en sağlam kulpa yapışmıştır. “Bütün hayırlar Resûlullâh (s.a.v.)’in ashâbındadır” diyen de nifâktan uzaklaşmıştır.” (İmâm Zehebî, Büyük Günâhlar, s.236-237)