“Sen, onlar bu Kur’an’a inanmıyorlar diye, arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin!” (Kehf s. 6) âyet-i kerimesi Allâhü Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e olan şefkâtini ve merhametini göstermektedir.
Nebi (s.a.v.) Efendimiz mü’minlere karşı öyle büyük bir sevgisi vardır ki, bu hususta Cenâb-ı Hâkk, Kitâb-ı Kerim’inde; “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe s. 128) buyurmaktadır.
Güvenilir râvilerin birbirinden nakledegeldikleri Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sohbetleri, konuşmaları, hitâbeleri, duâları, kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları, yaptığı antlaşmalarda kullandığı ifâdeleri bir başkasıyla kıyaslanamayacak kadar mükemmeldir.
Şit (a.s.); Âdem (a.s.)’ın oğullarının en ulusu, en üstünü, Âdem (a.s.)’a, en sevgilisi ve ona, en çok benzeyeni idi. Âdem (a.s.); vefatından on bir gün önce, Şit (a.s.)’a: “Ey oğulcuğum! Sen, benden sonra, halîfemsin!” diyerek vazifesini takvâ üzere yürütmesini tavsiye etti.
Allâh (c.c.) ve Resulü (s.a.v.)’i tüm varlığımızdan daha fazla sevmemiz gerekmektedir. Nebi (s.a.v.) Efendimizi ne derece sevmemiz gerektiğini Cenâb-ı Hâkk; “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. …” (Azhâb s. 6)
Gavsü’l-A‘zam es-Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri Fethü’r-Rabbanî (İlâhî Armağan) nâm eserinde, “Âlimler, Nebîlerin vârisleridir.” hadîs-i şerîfini şöyle izâh buyururlar: “Ey evlâd! Şunu bil ki, İslâm’a giren müslüman olur.
Bir gün İblis, Musa (a.s.)’a geldi ve şöyle dedi: “Sen, Allâhü Teâlâ’nın peygamber olarak seçtiği ve kelâm ettiği bir kimsesin. Ama ben, Allâh (c.c)’un yarattıklarından biriyim. Şimdi, seni öyle yapan yüce Râbbine tevbe etmek istiyorum.
Hâkk Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Kerim’de; **“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.
Nuh (a.s.), bir şey yediği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şey içtiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şey giydiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şeye bindiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bunun için, Yüce Allâh, ona şükredici bir kul ismini vermiştir.
İdris (a.s.); Âdem (a.s.)’dan sonra, kalemle ilk kez yazı yazan, ilk kez yıldızlar ve hisâb ilmini gözden geçiren zat idi. Geçmiş devirlerin bütün ilimleri kendisinde toplanmıştı. Bütün ilimler kendisine öğretilmiş, Şit (a.s.)’dan sonra gizli ilimlerin mushâfı da ona teslim edilmişti.
İsmail (a.s.) babası İbrahim (a.s.)’ın vefâtından sonra, gerek Kâbe ve gerek Hacc âmellerine âit hizmetleri yürütme ve yönetmeye devam etti. İlk olarak Kâbe’ye örtü örttü. Yüce Allâh, İsmail (a.s.)’a Peygamberlik verdi.
“Cenâb-ı Hâkk, Yakûp (a.s.)’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Yâkûp, ben senin zürriyetinden birçok hükümdarlar ve peygamberler göndereceğim. Fakat sonunda Harem-i Mekke’den çıkacak olan peygamberi göndereceğim. O’nun ümmeti Kudüs’deki mescidin binasını yenileyecektir. O, bütün peygamberlerin sonuncusu olarak gelecek ve adı Ahmed olacaktır…”
Bir gün Ka’b (r.a.) bir Yahudi âliminin ağladığını gördü. “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. “Bazı şeyleri hatırladım, o sebeple ağlıyorum” dedi. Bunun üzerine Ka’b (r.a.), “istersen seni ağlatan şeyleri sana söyleyeyim” dedi ve devam etti:
Ebû Hüreyre (ra) demiştir ki: “Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu: “Âdem, Cennet’ten çıkarıldığı zaman Hind’e oradaki Serendip arzına indi ve yalnızlık sebebiyle korktu. O sırada Cebrail inerek ezân okudu
Akıl sahibine üç şey yaraşır:
1. Zamanına, basîretle, ibret gözüyle bakıcı, 2. İşini, önüne katıcı, 3. Dilini, koruyup tutucu, kelâmını, azaltıcı olmaktır.
Takıyyuddin es-Sübki (r.âleyh), “Et-Ta’zim ve’l-Minneh” adlı kitabında diyor ki: “Cenâb-ı Hâkk, Kitâb-ı Kerim’inde peygamberlere hitaben: “…Mutlaka O’na inanacak ve mutlaka O’na yardım edeceksiniz” (Âl-i İmran s. 81) buyurmuştur.
Peygamberler; yiyip içmek, hasta olmak, evlenmek, çarşıda gezmek, yaşlılık ve ölüm gibi beşeri durumlarla karşı karşıya kalsalar da, onları herkesten farklı kılan üstün vasıflara sahiptirler.
Cenâb-ı Hâkk buyurmuştur: “Ey Peygamber, şüphesiz seni biz, bir şahit, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik.” (Ahzâb s. 45) Gördüğünüz gibi Cenab-ı Hâkk bu âyette ona herkesin üstünde tutacak, birçok vasıflar vermiştir.
İbrâhim (a.s.)’ın babası Âzer: “Artık oğlumuzu şehire götürmekte bir tehlike yok, alınan bütün tedbirler kaldırıldı. Nemrûd’un da endişesi zail oldu. Hattâ O’nu Nemrûd’un mâiyetine bile verebiliriz.” dedi.
Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur: “Şüphesiz ki ben, her dinden geçip, müslim ve muvahhid olarak, yüzümü, o gökleri ve yeri yaratan Allâhü Teâlâ’ya döndüm. Ben, müşriklerden değilim.” (En’âm s. 79)
Âyet-i kerîmede: “Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?” (İnşirâh s. 4) buyrulmuştur. Peygamberimiz (s.a.v.)’in şânının yüce oluşunun bir delîli de O (s.a.v.)’in adının, Allâh (c.c.)’un adını takip etmesidir. Kelime-i Tevhid’de bu açıkça görülmektedir. “Lâ ilâhe illallâh” denildikten sonra “Muhammedun Resûlullâh” denir ki bu şeref, her türlü şerefin üstündedir.