Nebi (s.a.v.)’i dünyayı teşriflerinin kutlanması yüzyıllardır Müslümânlar tarafından icra edilen sünnetlerdendir. Bizzat Nebi (s.a.v.) Efendimiz, “Bu günde doğdum” buyurarak pazartesi günleri oruç tutmuştur.
Resûlullâh (s.a.v.) Medine’ye gelince devenin yularını boynunun üstüne bırakmıştı. Kendisi onu hiç tahrik etmiyordu. Deve Ebû Eyyub Ensarî (r.a.) Hazretlerinin evinin önüne çöktü.
Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den Harmele bin Abdullâh (r.a.)’in anlattığına göre, o bir gün kendi kafilesinden ayrılıp Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in yanına geldi. Daha önce de kendisinin yanına gelip gittiği için Allâh’ın Elçisi (s.a.v.) onu tanıdı. Bundan sonrasını Harmele (r.a.) şöyle anlattı:
Peygamberimiz (s.a.v.) gönderildiği zaman, Sâsânî sarayında oturmakta olan Kisrâ sabah uyanınca, saray takının kırıldığı ve Dicle’nin korkunç bir şekilde taştığını görmüş.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in doğru ve düzgün konuşmasının, etkili ve yerinde söz söylemesinin başlıca sebepleri şunlardır:
Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in isimlerinden biri, nübüvvet mührünün sahibi anlamında “Sâhibü’l-hâtem”dir. Resûl-i Kibriyâ (s.a.v.), son Peygamber oluşuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
Semûd kavmi; Medine’nin kuzeyinde, Şam’la Hicâz arasında Hicr denilen mevkide, ikâmet ederdi. Bunlara, “İkinci Âd” da denir. Kayaları oymak suretiyle birçok mesken vücûda getirmişlerdi.
“Sen, onlar bu Kur’an’a inanmıyorlar diye, arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin!” (Kehf s. 6) âyet-i kerimesi Allâhü Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e olan şefkâtini ve merhametini göstermektedir.
Nebi (s.a.v.) Efendimiz mü’minlere karşı öyle büyük bir sevgisi vardır ki, bu hususta Cenâb-ı Hâkk, Kitâb-ı Kerim’inde; “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe s. 128) buyurmaktadır.
Güvenilir râvilerin birbirinden nakledegeldikleri Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sohbetleri, konuşmaları, hitâbeleri, duâları, kendisine sorulan sorulara verdiği cevapları, yaptığı antlaşmalarda kullandığı ifâdeleri bir başkasıyla kıyaslanamayacak kadar mükemmeldir.
Şit (a.s.); Âdem (a.s.)’ın oğullarının en ulusu, en üstünü, Âdem (a.s.)’a, en sevgilisi ve ona, en çok benzeyeni idi. Âdem (a.s.); vefatından on bir gün önce, Şit (a.s.)’a: “Ey oğulcuğum! Sen, benden sonra, halîfemsin!” diyerek vazifesini takvâ üzere yürütmesini tavsiye etti.
Allâh (c.c.) ve Resulü (s.a.v.)’i tüm varlığımızdan daha fazla sevmemiz gerekmektedir. Nebi (s.a.v.) Efendimizi ne derece sevmemiz gerektiğini Cenâb-ı Hâkk; “Peygamber, mü’minlere kendi canlarından daha önce gelir. Onun eşleri de mü’minlerin analarıdır. …” (Azhâb s. 6)
Gavsü’l-A‘zam es-Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri Fethü’r-Rabbanî (İlâhî Armağan) nâm eserinde, “Âlimler, Nebîlerin vârisleridir.” hadîs-i şerîfini şöyle izâh buyururlar: “Ey evlâd! Şunu bil ki, İslâm’a giren müslüman olur.
Bir gün İblis, Musa (a.s.)’a geldi ve şöyle dedi: “Sen, Allâhü Teâlâ’nın peygamber olarak seçtiği ve kelâm ettiği bir kimsesin. Ama ben, Allâh (c.c)’un yarattıklarından biriyim. Şimdi, seni öyle yapan yüce Râbbine tevbe etmek istiyorum.
Hâkk Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Kerim’de; **“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.
Nuh (a.s.), bir şey yediği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şey içtiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şey giydiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bir şeye bindiği zaman, “Elhâmdülillâh!” derdi. Bunun için, Yüce Allâh, ona şükredici bir kul ismini vermiştir.
İdris (a.s.); Âdem (a.s.)’dan sonra, kalemle ilk kez yazı yazan, ilk kez yıldızlar ve hisâb ilmini gözden geçiren zat idi. Geçmiş devirlerin bütün ilimleri kendisinde toplanmıştı. Bütün ilimler kendisine öğretilmiş, Şit (a.s.)’dan sonra gizli ilimlerin mushâfı da ona teslim edilmişti.
İsmail (a.s.) babası İbrahim (a.s.)’ın vefâtından sonra, gerek Kâbe ve gerek Hacc âmellerine âit hizmetleri yürütme ve yönetmeye devam etti. İlk olarak Kâbe’ye örtü örttü. Yüce Allâh, İsmail (a.s.)’a Peygamberlik verdi.
“Cenâb-ı Hâkk, Yakûp (a.s.)’a şöyle vahyetmiştir: “Ey Yâkûp, ben senin zürriyetinden birçok hükümdarlar ve peygamberler göndereceğim. Fakat sonunda Harem-i Mekke’den çıkacak olan peygamberi göndereceğim. O’nun ümmeti Kudüs’deki mescidin binasını yenileyecektir. O, bütün peygamberlerin sonuncusu olarak gelecek ve adı Ahmed olacaktır…”