Kur’ân’da her şeyin açıklaması bulunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vâkıf olan, şeriatın tamamını ihâta etmiş olur ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna şu Kur’ân nassları delâlet eder: “Bugün size dininizi tamamladım.” (Mâide s. 3)
Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) Resûlullâh (s.a.v.)’in gözleri önünde Allâh (c.c.) düşmanlarına karşı cihad ettiler, ilk müslümanlardan oldular. Ashâb (r.a.e.)’in fazîletini ancak onların hayatlarını düşünen, Resûlullâh (s.a.v.) hayatta iken ve onun vefâtından sonra izledikleri yolu, çalışmalarını, dini yayma, Allâh kelimesini (İ’lâ-yı kelimetullâh), farzları ve sünnetleri öğretmek hususunda gösterdikleri üstün gayretleri derin derin tefekkür eden kimseler bilir.
Resûlullâh (s.a.v.) vedâ haccı esnasında insanlara bir hutbe verdi. Buyurdu ki: **“Muhakkak size bıraktığım şeylere sımsıkı sarılırsanız asla delâlete düşmezsiniz. Bu şeyler de iki emirdir; Allâh (c.c.)’un Kitabı Kur’an ve Nebinizin sünnetidir.
Hâkk Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Kerim’de; **“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.
Namaz, hicretten bir buçuk sene evvel İsrâ gecesi her mükellef üzerine farz kılınmıştır. İslâm’ın, imândan sonraki en önemli emridir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yedi yaşına girmiş olan çocuklara emredilmesini, on yaşına girdiklerinde üzerlerine daha çok düşerek namaz kılmalarının sağlanmasını hatta bunun için hafifçe dövülebileceklerini buyurmuştur.
Allâhü Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Onun (peygamberin) buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya can yakıcı bir azâba uğramaktan sakınsınlar.” (Nûr s. 63) “Kim peygambere itaat ederse Allâh (c.c.)’a itaat etmiş olur.” (Nisa s. 80)
İslâmiyet, diğer dinlerden farklıdır. İslâm dininin, başka din ve kültürlere uygun olması beklenemez. Aksi halde yeni bir dine gerek kalmazdı. Resûlullâh (s.a.v.)’in, gayr-i müslimlere muhâlefet edip yepyeni bir nizâm getirmesi, Yahudilerin de dikkatini çekmiş ve “Bu adam bize muhalefet etmedik hiçbir şey bırakmadı” demek zorunda kalmışlardır.
Günümüzde hıristiyan dünyası tarafından resmen kabul edilen 4 İncil nüshası arasındaki farklılıklar bir yana, 325 yılına kadar hıristiyanların elinde 100’den fazla farklı İncil nüshasının mevcut olması, İncil adıyla elde bulunan kitapların Hz. İsa (a.s.)’a indirilen İncil-i Şerif ile alakasının bulunmadığını bariz bir şekilde göstermektedir.
Günümüzde İslâm, Yahudilik ve Hıristiyanlık mensuplarının, aynı kaynaktan gelen kitapların vârisleri ve aynı soya (Hz. İbrahim (a.s.)’a) dayanan peygamberlerin tabileri oldukları söylenerek, bu dinler arasında ortak noktalar tesis etme girişimleri bulunduğu malumdur.
Kur’ân-ı Kerîm’de: “Resûlümün size getirdiklerini alınız, men’ettiklerinden sakınınız” (Haşr s. 7) buyruluyor. O halde Peygamberimiz (s.a.v.)’e uymak farzdır, lâzımdır. Yukarıdaki âyet-i kerîme Resûlullâh (s.a.v.)’e dış görünüşte ve içte aykırı hareket etmeği yasaklamaktadır.
Ehl-i Sünnet yolunun önemini gâyet iyi bilen İslâm düşmanları, İslâm’ı dışarıdan yıkmayı başaramayacaklarını anladıkları için münâfıklar vasıtasıyla İslâm’ı içten yıkmaya çalışmaktadırlar. Ancak bunda da başarılı olamayacaklardır.
Ömer bin El-Hattab (r.a.) Hazretlerinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir. “Biz bir ara Resûlullâh (s.a.v.)’in yanında oturuyorduk. Yanımıza elbisesi gâyet beyaz, saçları simsiyah üzerinde yolculuk eseri görünmeyen ve bizden kimsenin kendisini tanımadığı bir adam çıkageldi.
“Hepimizi ve Kâinatı yaratan Allâhü Teâlâ Hazretleri tarafından Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in getirip tebliğ ettiği şeyleri, İslâm Şeriati’nin hükümlerini kalb ile tasdîk ve dil ile ikrâr etmeye imân denir. İmân tasdîk ve ikrârdan ibarettir.
Müslüman ülkeleri bilerek ve planlı olarak perişan hâle getiren Batı, bir de “Müslüman olduğunuz için dininiz sizi bu hale getirdi” diyerek suçu İslâmiyet’e yüklemektedir. Çıkış yolu olarak da, ismi İslâm olan fakat İslamiyet’le ilgisi olmayan bir ahlâk sistemini yerleştirmeye çalışmaktadır.
İslâm düşmanları, İslâm’ı dışarıdan yıkmak için on asır uğraştılar. Birçok haçlı seferleri düzenlediler. Yüz binlerce insan önlerinde papaları, papazları olduğu hâlde İslâm’a silâh çektiler. Ancak neticede bir muvaffâkiyet elde edemediler.
Kader hakkında konuşmamalı, onun sırrından bahsetmemelidir. Zîra derin bir deniz, karanlık bir yoldur. Kader, Allâhü Teâlâ’nın kimsenin bilemiyeceği bir sırrıdır. Kaderi hiç kimse yeterince anlayamamıştır.
Güya Hz. Alî sevgisi adı altında Şia’nın Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Âişe (r.a.e.) düşmanlıkları bilinen bir vakıâdır. Hz. Ömer’e söven birini işittiğinizde ona hangi Ömer’i kast ediyorsun diye sorun? Kastettiğin Hz. Alî (k.v.)’nin oğlu olan Ömer mi? Yoksa Hz. Alî (k.v.)’nin oğlu Hz. Hüseyin (r.a.)’in oğlu olan Ömer mi?
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in getirdiği dinde harâm olduğu bilinenleri helâl bilmek küfürdür. Meselâ: Şarab içmenin, kız kardeş ve benzeri mahremlerle evlenmenin câiz olduğunu iddiâ etmek, zarûret zamânları dışında ve şer’î bir şekilde kesilmeyen hayvanların eti, kanı ve domuz etinin yenmesinin câiz olduğunu iddiâ etmek küfürdür.
Dört hak mezhebi reddeden, müçtehid olmadığı halde şer’i delilleri sözde kitap ve sünnetten veya meâllerden çıkarmak sevdasında olan kimselerin büyük bir gaflet ve delâlet içerisinde oldukları şüphesizdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh fâizin bereketini tamâmen giderir. Sadakası verilen malları ise arttırır. Allâh (harâmı helâl tanımakta ısrâr eden) vebâl yüklenici kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara s. 276) buyurulmuştur.
“Eğer ehl-i kitap imân etselerdi, Allâh’dan korksalardı, şüphesiz kabahâtlerini kefâretler ve kendilerini naîm cennetlerine koyardık.” (Mâide s. 65) Âyet-i kerîmede şu hakîkatlere işaret edilmiştir: Yahudî ve Hıristiyanlar, kendisine imân etmek vâcip olan şeylere imân edip, Allâh (c.c.)’dan korksalardı, günâhlardan sakınsalardı, elbette Allâhü Teâlâ onları affeder, günâhlarını örterdi.