Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Arafat’ta Vedâ Haccında: “Dikkat edin, cahiliyet devrinden kalma her (kötü) şey ayağımın altındadır ve yok edilmiştir. Cahiliyet devrindeki riba (faiz) da kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım riba, amcam Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’ın ribasıdır ki, onun hepsi (yâni ana parasıdır) kaldırılmıştır.” (İbn-i Mace) buyurmuştur. Allâhü Teâlâ: “Böyle yapmazsanız, bunun Allâh’a ve peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin.” (Bakara s. 279) buyurmuştur. Yâni, ribadan çekinmezseniz haliniz budur. Allâh ve Resulü (s.a.v.)’in savaştığı kimse ise asla felâh bulamaz. Allâh (c.c.) ile savaştan maksad; ya dünyada ya da âhirette olur. Dünyadaki şekli, böyle riba yiyenleri tâzir ve tevbe edinceye kadar hapsetmek, hâkimlerin görevidir. Onlar bu suretle savaş vermiş olurlar. Riba (faiz), kişinin imânsız gitmesine sebep olur. Zaten Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) savaşı, onu rahmet yerinden uzaklaştırıp azâb yerine göndermesidir. Bu âyet-i celîle nazil olduğu vakit faizciler, “Yok, artık biz bu işten vaz geçtik ve tövbe ediyoruz. Çünkü Allâh ve Resulü île savaşacak durumda değiliz. Baş paramıza razıyız.” dediler. Fakat Medîneliler, “Bizim elimizde bir şey yok, biz ana parayı da ödeyebilecek durumda değiliz.” dedilerse de artık alacaklılar ana parayı almakta ısrar ettiler. Bunun üzerine, “Borçlu darda ise eli genişleyinceye kadar beklemelidir.” âyet-i celîlesi nazil oldu. Yâni “bunlar, borçlarını ödeme imkânı buluncaya kadar beklemek borcunuzdur” buyuruldu. Bununla beraber borçlular da hemen borçlarını ödeme imkânlarını aramak zorundadırlar. Bu hüküm, bütün borçlu ve alacaklılarda geçerlidir. Bu anlattığımız, bazı âyetlerle ilgili olan hükümlerdir. (İbn Hacer el-Heytemi, İslâm’da Helâller ve Haramlar, c.1, s.660-661)