Dört hak mezhebi reddeden, müçtehid olmadığı halde şer’i delilleri sözde kitap ve sünnetten veya meâllerden çıkarmak sevdasında olan kimselerin büyük bir gaflet ve delâlet içerisinde oldukları şüphesizdir. Bu tipler, hiçbir şey üzerinde istikrar edemezler ve hiçbir kimse ile bu düşüncelerini paylaşamazlar. Bu inançta olanlar zahirde bir ve beraber görünseler bile kalpleri ayrı ve fikirleri dağınıktır. Allâh (c.c.) korusun, şayet müslümanlar bu gibilere uyacak olursa, binlerce mezhep doğar, bunların mezhepleri de cehâlet ve ihtiras üzerine kurulmuş olur. Ehli Sünnet’in dört mezhebinde mevcut olan ilim, ihlâs, iffet ve hakkâniyet bunlarda asla bulunamaz. Bunlar, gerçek müçtehidlere uymayı reddettikleri halde, çağdaş efendilerine sımsıkı bağlı ve onları taklid etmekten dolayı da herhangi bir sıkıntı duymazlar. Kendileri mukâllid oldukları halde, başkalarına taklidi caiz görmezler. Bunlar İslâm düşmanlarının elinde birer oyuncak, fikirleri perişan, belirsiz isteklerinin karanlığı içerisinde boğulup gitmişlerdir. Çok iyi biliyorlar ki, Ehl-i Sünnet’in dört mezhebinden birisine uymakla behîmî his ve isteklerine kavuşamayacaklardır. Bu gerçeği bildikleri içindir ki, Ehl-i Sünnet’in mezheplerine savaş açarlar. Nitekim içtihâd iddiaları da bu savaşın bir parçasıdır. Arzu ve isteklerinin temini için bazı haramları helâl, bir kısım farz ve vacipleri terketmekle, bazı helâlleri de haram etmekle ve sünnetin kökünü silmek için içtihâd iddiasında bulunuyorlar ki, yaptıkları gayri meşru işleri meşru ve mubâh göstermektedirler. Bunlara ve bu inanca sahip olanlara en uygun isim, ibâhiyecilik ve haşviyeciliktir. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.143-144)