Efendimiz (s.a.v.)’in bütün Ehl-i Beyt’ini, Ashâb’ını ve merhum ümmetini sevmek lüzumludur. Efendimiz (s.a.v.)’in Ehl-i Beyt’ine olan sevgileri, onun yüce cenâbına yakışır bir şekilde büyüktür. Ehl-i Beyt’in sevgisi hakkında birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler vardır. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde buyururlar ki: “Şüphesiz ki, ben yakında davet olunup buna icâbet edeceğim, (yani öleceğim) Size iki ağır emaneti bırakıyorum: Allâh (c.c.)’un kitabı ile akrabam. Allâh (c.c.)’un kitabı gökten yere uzanan bir ilâhi iptir. Akrabam ise Ehl-i Beyt’imdir. Lütufkâr ve her şeyden haberdar olan Allâh bana haber verdi ki; bu iki emanet benim havzıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Artık bunlar hakkında ırzımda (bıraktığım emanette) bana nasıl halife olacağınızı siz düşünün. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Gerçekten Allâh ve melekleri Peygamber’e salat ederler. Ey imân edenler! Siz de ona salât edin ve gönülden teslim olun” (Ahzâb s. 56) buyrulmaktadır. Kaab bin Acere (r.a.) demiştir ki: “Bu âyet nazil olduğu zaman Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e: “Ey Allâh (c.c.)’un Resûlü, sana nasıl selâm vereceğimizi ve nasıl selavât getireceğimizi bilmiyoruz” dediğimde, buyurdular ki: “Allâhümme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammed…” Resûlullâh (s.a.v.)’in cevâbı, açık olarak gösteriyor ki, bu âyet-i kerîme de, Ehl-i Beyt’e de salavâtın getirilmesinin murad olduğuna açık delildir. Ashâb (r.a.e.)’in bu şekilde cevâp almaları, Resûlullâh (s.a.v.)’in âline de salavâtın getirilmesi emir olunduğuna delâlet eder. Hem de Resûlullâh (s.a.v.) bu konuda âlini de kendi nefsi yerine kâim etmiştir. Çünkü salavâttan maksat tazimdir. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.153-154)