1. Rızkın genişlemesi; 2. Mal, ömür ve amellerde bereketin olması; 3. Gam ve kederlerden kurtulmak; 4. Yağmurun yağması; 5. Tabî âfetlerden emîn olmak; 6. Allâhü Teâlâ’nın yardımına nail olmak;
Herhangi bir kimse bize iyilikte bulunursa, o kişiye teşekkür etmeyi unutmamalı, hiç olmazsa Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in yüce ahlâkına uyarak, edeben bir hayır duâda bulunmalıyız.. Nitekim Hâkk Teâlâ, “Bana, ana ve babana şükürde bulun” (Lokman s. 14) buyuruyor.
İnsanların, günlük yaşantılarını sürdürürken veya hayata dair planlar yaparken rızk endişesi taşımamaları gerekir. Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, “Aslandan kaçar gibi rızkınızdan kaçsanız, o yine de gelir sizi bulur.” buyurmuşlardır.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in bizlere emir ve vasiyetlerinden biri, Cuma günü verilen hutbe ve vaazları dikkatle dinlememiz, bu öğüt ve vaazlardan faydalanmamız için bir kelime dahî kaçırmamamız hakkındadır. Birçok insanlar bu ahdin ahkâmını yapmamaktadırlar. Bu gibiler, hatibin konuşmasına önem vermezler. Hatibin sözlerini zalimlere ve yardakçılarına atfederler, kendi üzerlerine almazlar. Allâh (c.c.) ve halk ile münasebetlerindeki kusurlarını akıllarına getirmezler. Hâlbuki hiçbiri bu kusurlardan salim değildirler.
Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak tarîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı. Bu husûsu kendileri şöyle anlatıyorlardı: “Birinci Cihân harbinde Osmânlı ordusunda levâzım subayı olarak vazîfe gördüm.
Rivayet olunduğuna göre Abdurrahman b. Avf (r.a.)’a ait bir ticaret kervanı Şam’dan dönüyordu. Kafile Medine-i Münevvere’nin caddelerine ulaştığı zaman çarşıda bir kımıldama ve hareketlilik meydana geldi.
Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sıkıntı ve belâları nimet ve rehâvete tercih etmeleri idi. Çünkü bu sayede Allâh (c.c.)’a yönelişleri sürekli oluyordu. Öyle ya, Allâh (c.c.)’u seven kendisini Allâh (c.c.)’a yaklaştıran, kendisine Allâh (c.c.)’u hatırlatan her şeyi sever. Vehb b. Münebbih (r.âleyh) şöyle diyordu:
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden biri, bizlerden bir şey isteyen müslüman bir kimseye karşı cimrilikle değil, el açıklığı ile davranıp, bu isteğini karşılamamız hakkındadır. Yüce Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve onu izleyen imâmların ahlâk ve sıfatları ile ahlâklanmak, ancak böyle mümkün olur.
Sultan Fatih’in memleketi teftiş için görevlendirdiği iki papaz dolaşmaya devam ederler: İznik’te bir adam, kendisine bir tarla satan şahsı, şöyle bir sebepten dolayı dâvâ etmektedir.
Fatih Sultan Mehmet Hân, İstanbul’u aldıktan sonra bir gün şehirde dolaşırken mahzen gibi bir yerden inilti sesleri duyuyor. Adamları oraya gidince perişan vaziyette iki papaz ile karşılaşıyorlar. Niçin hapsedildiklerini soruyorlar.
Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuştur: “Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!..” (Buharî) Meclisde hazır bulunanlar tarafından: “Yâ Resûlallah (s.a.v.)! bu iman etmiş olmayan kimdir?” diye soruldu.
Hadis-i şerifte, Server-i Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz’in “ecvedü’n-nâs (insanların en geniş kalplisi)” olduğunu bildirilir.
Enes ibni Mâlik (r.a.) şöyle dedi: “Bir Yahudi kadın, üzerine zehir sürülmüş bir koyunu kebap yaptı, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e getirdi.
Ebû Hüreyre (r.a.) Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “Mü’min, kardeşinin aynasıdır. Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onun zarar görmesini önler; onu arkasından koruyup kollar.”
Allâh Resûlü (s.a.v.) zamanında zarûret ve ihtiyaç kuvvetliydi. İnananlar fakirdi ve dışarı çıkmak için şiddetli ihtiyaç duyarlardı. Fitne ihtimali de zayıftı. Çünkü insanlarda salâhat ve takvâ ağır basardı.
Kitap yakma geleneği, Avrupalıların tarihlerinde karanlık bir perdedir.
Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu rivâyet olunur: “Kocasına itaat eden kadın için kocası ondan razı olduğu sürece havadaki kuşlar, sudaki balıklar, gökdeki melekler, güneş ve ay istiğfarda bulunurlar.
Kim helâk edici büyük günâhlardan sakınırsa, diğer günâhları affedilir ve onun İslâm binasının beş temel farzını yerine getirmesinden dolayı ayrıca sevap yazılır. Çünkü İslâm’ın temelini oluşturan farzlar (kelime-i şehadet, namaz, zekat, oruç ve hac) ile büyük günâhlar; biri diğerini takip eden, birbirine karşı üstünlük sağlamaya çalışan, etki ve büyüklükte birbirine denk olan iki hasım gibidir.
Abdullah ibni Ömer (r.a.)’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hepiniz bir tür çobansınız; hepiniz hangi görevi üstlenmişseniz, ondan sorumlusunuz. Devlet reisi de bir tür çobandır ve yönettiklerinden sorumludur.
İslâm dîninin sünnetlerinden biri de, duâdır. Resûlullâh (s.a.v.): “Duâ ibâdettir” buyurmuştur. Duâ ibâdetin özü ve mü’minin silâhıdır. İbn-i Abbâs (r.a.) rivayeti ile Resûlullâh (s.a.v.): “Dikkat ediniz! Düşmanınızdan kurtulmanız, bol rızka kavuşmanız için size gece gündüz duâ etmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü duâ mü’minin silâhıdır” buyurmuştur.
Müslüman bütün engellemelere rağmen Nebi (s.a.v.)’in gösterdiği istikâmette ilerlemek durumundadır. Müslümanları bu yoldan saptırmak için yenilikçiler ortaya çıkmakta ve kendilerince alternatif yollar türetmektedir.