Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bile Hâkk Teâlâ’nın emirlerine imtisâlen yapacağı bir işi Ashâbı (r.a.e.) ile istişare ederek yapardı. Çünkü Hâkk Teâlâ kitabında, “(Danışılacak) işlerde onlara danış” (Al-i İmran s. 159) buyurur.(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.151-154)
Enes (r.a.) şu gözlemini aktarıyor: “Gençler Allâh Rasûlü (s.a.v.)’in sağlığında daha az ibâdet ediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) vefât edince ibâdetlerini artırıp şu gerekçeyi ileri sürdüler: “Allâh Resûlü (s.a.v.) hayatta iken üzerimize azâp inmeyecek diye güvencedeydik, ama o ölünce bu güvence de kalmadı!”
Vaktiyle garip biri, bir köyden geçer iken,bir fırına uğrayıp, ekmek ister içerden,Velâkin parasını vermek istediğinde,bakar ki hiç parası kalmamış üzerinde.Bir dilenci zanneder, fırıncı onu o an,Kalbinden geçirir ki: “Bıktım artık bunlardan,Bir ekmeğin içine, bolca zehir koyarak,verir o zavallıya, Allâh’tan korkmayarak.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, suretlerinize ve mallarınıza değil, ancak kalplerinize ve âmellerinize bakar.” (Müslim)
Eğer elli senelik ömrün olupta bu elli sene boyunca nefsin istemediği halde ona karşı gelerek ibâdet ve tâate devam edersen, ölürken tarifi mümkün olmayan bir rahatlıkla ruhunu teslim edersin. Ama, ha şimdi yaparım ha sonra yaparım diye tembellik yapar da ibâdeti ömrünün sonuna bırakırsan, ölüm hiç beklemediğin bir zamanda geliverir de sen sonu gelmeyen bir pişmanlığa düşersin.
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlatıyor: “Cebrail, komşuyu bana o kadar anlatırdı ki, komşu komşuya mirasçı olacak sandım.”
Din makamlarının ilki (dinde ilk kazanılması gereken şey) yakîndir. Yakîn ise Allâhü Teâlâ’ya, O (c.c.)’un râhmet ve gazabına, cennet ve cehenneme kuvvetli bir şekilde îmân etmektir.
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere olan emir ve vasiyetlerinden biri de şudur: Kadınlara evlerinde oturmalarını, beş vakit namazlarını evlerinde kılmalarını emredip, evden dışarı çıkmaya heves etmemeleri ve yabancı vaizlerin vaazını dinlemeye ihtiyaç duymamaları için Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in kendileri hakkında emrettiklerini yaptıkları takdirde ne derece fazîlet kazanacaklarını onlara anlatmamızdır. Çünkü bizler, ailemizin her durumundan dünya ve âhirette ve her yerde sorumlu bir durumdayız.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Size yerilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakîn ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak), gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın…” buyurmuştur.
Allâhü Teâlâ’nın emirlerini yaptırırken ve münkerden, kötü işlerden men ederken şeriata uygun hareket etmeli, ihtiyâtı gözetmelidir. Tecessüs etmemelidir. Çünkü Allâhü Teâlâ bunu yasaklıyor. Kimseye kötü zanda bulunmamalıdır.
“Ey insanlar, Allâh (c.c.)’a tevbe ediniz. Ben, bir gün ve bir gecede yüz defa Allâh (c.c.)’a tevbe ederim.” Hadis-i Şerif
Hadîs-i şerîfte; “İlmi ile amel etmeyen âlimler insanların en şerlileridir” “Âhir zamanda âbid geçinenler cahil, âlim geçinenler fâsık olacak”, “İlmi ile âmel etmeyen âlim değildir” buyrulmuştur.(Ali Sadri Konevi, Keşfü’l Esrar Fi Şerhi Risâle-i Birgivi, s.179)
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz: “Sizin en hayırlınız ailesine ve çocuklarına en hayırhâh olanınızdır. Onlara karşı en hayırlı, onlara en iyi muamale edeninizdir. Ailesine karşı en iyi muamele eden de benim” (Tirmizî)
Kur’ân’da şöyle buyrulmuştıır: “Ey imân edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allâh’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler vardır.” (Tahrim s. 6)
Nebî (s.a.v.) ölümü temennî etmekten neh-yederek şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç kimse, kendine gelen bir musibetten dolayı ölümü temennî etmesin, ancak, Allâh’ım, hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm hayırlı ise benim canımı al, desin.”
Emirü’l mü’minîn Hz. Osman (r.a.) şehîd edildiği günün gecesinde, rü’yâsında Resûlullâh (s.a.v.)’i gördü. “Ey Osman, yarın bizim yanımızda iftâr edersin” buyurdu. Sabahleyin kölelerini isyancılara karşı durmaktan men etti.
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere vasiyetlerinden biri de, içinde yaşadığımız zamana sövmemek hakkındadır. Zamana sövmek açık bir küfür sayılır.
Takvâ, her türlü günâhlardan sakınmak demektir. Gerek kötü fiiller gerek harâm olan, men edilmiş şeylerin tümünden sakınmak gerekir. Takvânın kemâlinde kötü sözlerden ve düşüncelerden de sakınmak vardır.
Duânın kabûlünde şart, nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesidir. Duâ eden evvelâ helâl lokma ile nefsini ıslâh etmeli, zikrullâha ihtimâm ederek kalbini ölümden kurtarmalıdır. Büyükler demişlerdir ki: “Duâ, gök kapılarının, anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri de helâl lokmadır.”
Dünyâ; zevali (yok oluşu) süratli bir yerdir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Dünyâdan bana ne. Ben dünyâda ancak bir ağacın altında gölgelenen, sonra göçen ve orayı terkeden bir binici yolcu gibiyim.”
Mescidlerde bulunup oturmanın ise bazı şartları vardır. Kişinin mescidde bulunduğu sürece tüm hareketleri, oturması, kalkması, düşünceleri temiz ve bir edeb içinde övülecek bir şekilde olmalıdır.