Kadının aslî görevleri evin içindedir. İslâm, kadına asli görevi ibâdetten sonra, Allâh (c.c.)’a kulluk yapacak, toplum ve cemiyete yararlı olacak insanları yetiştirmek ve insan neslini koruma görevlerini veriyor.
“Rahman’ın iyi kulları öyle kimselerdir ki, yeryüzünde alçakgönüllü yürürler. Cahiller kendilerine takıldıkları zaman da, onlara “selâm” deyip geçerler. Onlar mü’mînlere karşı şefkâtli ve merhametlidirler.
Allâhü Teâlâ’nın emrine tâbi olduktan sonra Nefsin yola gelir, halkı arkaya at. Dünyalık kötü işleri bir yana it. Mevlâ’yı her şeyden önce an. Hikmet lokmalarını ye. Bunları yapmaya muvaffak olduğun zaman ağzından çıkan şeylere dikkat et
Ebû Abdullah el-Hâris er-Razi (r.âleyh) Hazretlerinden rivâyet olundu ki Allâh […]
Geçmiş büyüklerin güzel bir ahlâkı da büyük küçük, uzak yakın, âlim cahil demeden herkese nazik davranmaları id
Fecr-i sâdık doğmuş yani tan yeri ağarmış, sabah namazının vakti girmiş ise, abdest aldıktan sonra sabah namazının iki rek’at sünnetini evinde kıl. Peygamberimiz (s.a.v.) böyle yaparlardı.
Giyim kuşama haddinden fazla özen göstermek uygun olmadığı gibi tamamen ihmâl etmek de uygunsuzdur. “Zâhirî şahsiyet ve kişilik temiz elbiselerdedir” denilmiştir
Yüce Allâh, Habîbi (s.a.v.)’e gösterilmesi gereken saygıyı anlatırken detaya kadar inerek şöyle buyurur: “Ey imân edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın...
Nebî (s.a.v.)’e gösterilecek saygı konusunda bir misâl de bizzat Yüce Allah’ın Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’ân’da hiçbir yerde ismi ile hitâb etmemiş olmasıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadîs-i şeriflerinde: “Kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburganın en eğri yeri de, üst kısmıdır. Onu, doğrultmağa kalkarsan, kırarsın! Hali üzere bırakırsan, eğrilikte devam eder. Kadınlar hakkında, birbirinize hayır tavsiye ediniz!” buyurmuştur.
Sünnetin değeri bilinmediği zaman ortaya çıkacak pek çok yanlış vardır. […]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sevgi, elbette ona derin bir ta’zîmi gerektirir. Kur’ân bu konuda detaya kadar inen ilginç atıflarda bulunmuştur. Bizzat Yüce Allâh, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ayrı bir önem ve değer verdiğini çeşitli vesîlelerle ortaya koymuştur.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bile Hâkk Teâlâ’nın emirlerine imtisâlen yapacağı bir işi Ashâbı (r.a.e.) ile istişare ederek yapardı. Çünkü Hâkk Teâlâ kitabında, “(Danışılacak) işlerde onlara danış” (Al-i İmran s. 159) buyurur.(İmâm Şarani, Büyük Ahidler, s.151-154)
Enes (r.a.) şu gözlemini aktarıyor: “Gençler Allâh Rasûlü (s.a.v.)’in sağlığında daha az ibâdet ediyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) vefât edince ibâdetlerini artırıp şu gerekçeyi ileri sürdüler: “Allâh Resûlü (s.a.v.) hayatta iken üzerimize azâp inmeyecek diye güvencedeydik, ama o ölünce bu güvence de kalmadı!”
Vaktiyle garip biri, bir köyden geçer iken,bir fırına uğrayıp, ekmek ister içerden,Velâkin parasını vermek istediğinde,bakar ki hiç parası kalmamış üzerinde.Bir dilenci zanneder, fırıncı onu o an,Kalbinden geçirir ki: “Bıktım artık bunlardan,Bir ekmeğin içine, bolca zehir koyarak,verir o zavallıya, Allâh’tan korkmayarak.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, suretlerinize ve mallarınıza değil, ancak kalplerinize ve âmellerinize bakar.” (Müslim)
Eğer elli senelik ömrün olupta bu elli sene boyunca nefsin istemediği halde ona karşı gelerek ibâdet ve tâate devam edersen, ölürken tarifi mümkün olmayan bir rahatlıkla ruhunu teslim edersin. Ama, ha şimdi yaparım ha sonra yaparım diye tembellik yapar da ibâdeti ömrünün sonuna bırakırsan, ölüm hiç beklemediğin bir zamanda geliverir de sen sonu gelmeyen bir pişmanlığa düşersin.
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlatıyor: “Cebrail, komşuyu bana o kadar anlatırdı ki, komşu komşuya mirasçı olacak sandım.”
Din makamlarının ilki (dinde ilk kazanılması gereken şey) yakîndir. Yakîn ise Allâhü Teâlâ’ya, O (c.c.)’un râhmet ve gazabına, cennet ve cehenneme kuvvetli bir şekilde îmân etmektir.
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere olan emir ve vasiyetlerinden biri de şudur: Kadınlara evlerinde oturmalarını, beş vakit namazlarını evlerinde kılmalarını emredip, evden dışarı çıkmaya heves etmemeleri ve yabancı vaizlerin vaazını dinlemeye ihtiyaç duymamaları için Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’in kendileri hakkında emrettiklerini yaptıkları takdirde ne derece fazîlet kazanacaklarını onlara anlatmamızdır. Çünkü bizler, ailemizin her durumundan dünya ve âhirette ve her yerde sorumlu bir durumdayız.
Yine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Size yerilen şeylerin en kıymetlilerinden bazıları, yakîn ile sabretmek azmidir. Kime bu ikisinden pay verilirse, o kimse (nafile olarak), gece kılamadığı namaza ve gündüz tutamadığı oruca aldırmasın…” buyurmuştur.