Mâlik (r.âleyh) anlatıyor: “Fakirler, Resûlullah (s.a.v.)’a bir elçi gönderdiler. Elçi geldi, şöyle dedi: “Yâ Resûlallah! Ben fakirlerin sana yolladığı elçiyim.” Dedi ki: “Sana ve yanlarından geldiğin kimselere merhaba. Sen, Allâh (c.c.)’un sevdiği kimselerin yanından geliyorsun.” O zât dedi ki: Yâ Resûlallah, fakirler şöyle diyorlar: “Zenginler bütün hayrı topladılar. Onlar hacca gidiyorlar. Bizim hacca gitmeye gücümüz yetmiyor. Onlar sadaka veriyorlar. Bizim sadaka vermeye gücümüz yetmiyor. Bilhassa hastalandıkları zaman, fazla mallarını öbür âleme hazırlık için gönderiyorlar.” Bunu dinledikten sonra, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ”Fakirlere benim için söyle. İçinizden sabırlı olup, nefsine hâkim olana üç mükâfat vardır ki; bunlar zenginlerde bulunmaz. Birincisi şudur: Cennette kırmızı yakuttan bir köşk vardır. Cennet ehli onu, dünya ehlinin yıldızlara bakıp gördüğü gibi görür. Oraya, fakir peygamber, fakir şehit ve fakir Mü’min girer. İkincisi şudur: Fakirler, cennete zenginlerden yarım gün önce gireceklerdir. Bu ise dünya hesabına göre, beş yüz senelik bir zamandır. Orada, bu süre içinde, istedikleri gibi yiyip, içip yaşarlar. Halbuki Davud’un oğlu Süleyman, diğer peygamberlerden kırk yıl sonra cennete girecektir. Bunun sebebi, dünyada Allâhü Teâlâ’nın ona ihsân ettiği mülktür. Üçüncüsü şudur: Bir fakir halis niyetle, “Sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber (Allah bütün noksan sıfatlardan münezzehtir, bütün hamdler ona mahsustur. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür)” duâsını yaparsa, zengin de aynı tesbihi halis niyetle yapsa, üstelik onbin dirhem sadaka verse, yine de fakirlere yetişemez. Diğer iyi amelleri de buna göre hesap et.” O elçi gidip bu durumu fakirlere anlattığı zaman, hep bir ağızdan şöyle dediler: “Razı olduk; yâ Rabbi! Razı olduk; yâ Rabbi!…” (Ebû’l-Leys Semerkandî, Tenbihü’l-Gâfilin, s.259)