Vehb b. Münebbih (r.a.) şöyle anlattı. “Benî İsrail’de bir âbit vardı. Şeytân onu ne kadar kandırmak istediyse de gücü yetmedi. Bir gün, bir iş için dışarı çıktı. Şeytân da onunla beraberdi. Onun bir fırsatını yakalamak istiyordu. Şehvet tarafından girdi, öfke tarafından geçti, yine güç yetiremedi. Hiçbir şey yapamadı. Bu defa da onu korkutmak istedi. Dağdan bir kaya parçasını üzerine yuvarladı. Âbit, kaya parçasını görünce Allâh (c.c)’u andı, kurtuldu. Şeytân bu kez de aslan kılığına girdi. Âbit bütün bunlara karşı Allâh (c.c)’un adını andı. Bundan sonra yılan kılığına girdi. Âbit namaz kılarken geldi, ayak ucundan başladı, yukarı doğru çıktı. Bütün vücudunu dolandı ve abide yine güç yetiremedi. Namazını bitirdikten sonra Şeytân ona açıktan geldi. “Sana güç yetiremedim. Bu günden itibaren sana dost olacağım.” Âbit şu cevabı verdi. “Senin dostluğuna ihtiyacım yok.” Şeytân şöyle dedi. “Niçin sormuyorsun, ehline senden sonra neler olacak?” Âbit şu cevabı verdi. “Ben onlardan önce öleceğim.” Şeytân şöyle dedi. “Âdemoğlunu nelerle şaşırtırım; sormayacak mısın?” Âbit şu cevabı verdi.”Evet soruyorum.” Şeytân şöyle dedi. “Üç şeyle aldatırım: Cimrilik, öfke ve sarhoşluk. Bir insan cimri olursa, malını onun gözüne az gösteririm. Onun hakkını vermez. Halkın elindeki mallara göz diker. Bir kimse, öfkeli olursa, çocukların aralarında top oynadığı gibi onu evirip çeviririz. Öfkeli kimse, duâsı ile ölüleri diriltse, yine ondan ümidimizi kesmeyiz. O yapar; biz bir kelime ile bütün yaptıklarını yıkarız. Bir kimse, sarhoş olunca, onu istediğimiz yana süreriz. Tıpkı bir koyunun, kulağından tutulup istenilen yere götürüldüğü gibi.” (Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbihü’l-Gâfilin, s. 231-232)