Müfessir ve muhaddis sûfi İbni Atâ (r.âleyh) “Bu güvenli beldeye yemin ederim” (Tîn s. 3) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: “Allâhü Teâlâ Mekke’yi, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in orada oturması ve onun içinde bulunmasından dolayı her bakımdan güvenilir bir şehir yapmıştır. Zira Resûlullâh (s.a.v.)’in mübârek vücûdu orada bulunduğu için orası güvenli bir yerdir
Fahr-i Âlem (s.a.v.)’in dört müezzini vardı. Bunlar Bilâl-i Habeşî, İbn- Ümmü Mektûm Kureşî, Ebû Mahzûre Semure ve Sa’dü’l-Karaz (r.a.e.)’dir. Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a.) ilk müslüman olanlardan biridir. Köle iken İslâm olduğunu açıklayıp müşriklerin ezâ ve cefâlarına tahammül ederken, Hz. Ebû Bekir (r.a.) tarafından satın alınarak, Allâh (c.c.) rızası için azâd edilmişti. Sonra da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hizmetine devam etti.
Habeş Sultanı Necâşî’nin hicret edenler hakkında ortaya koyduğu saygı ve hürmet, Hicaz memleketlerinde duyulunca Mekke müşrikleri göç eden müminleri geri döndürmek için Melik Necâşî ve Habeş vekiller heyetine verilmek üzere Hicaz yöresinden bir takım pahalı hediyeler hazırladılar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Hz. Ali (r.a.) arasında derin ve kuvvetli bir bağ vardır. Resûlullâh (s.a.v.) Ebû Tâlib’in evinde yetişip büyüdü. Hz. Ali (r.a.) de Resûlullâh (s.a.v.)’in evinde yetişip büyüdü. Hz. Ali (r.a.) ahlâkında ve yönelimlerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ahlâkına benzer bir ahlâk sahibiydi.
Rivayet olunur ki, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in kızı Esmâ (r.anhâ) şöyle anlattı: “Babamla Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz çıkıp gittiler. Nice olduklarını bilemezdik. Bir gün Kureyşten bir toplulukla beraber Ebû Cehil kapıya geldi”. Ben de: “Ne istiyorsunuz?” diye çıktım. Ebû Cehil bana: “Baban nerede?” diye sordu.
“Sen, onlar bu Kur’an’a inanmıyorlar diye, arkalarından üzülerek neredeyse kendini helâk edeceksin!” (Kehf s. 6) âyet-i kerimesi Allâhü Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’e olan şefkâtini ve merhametini göstermektedir.
Ata bin Ebû Rebâh (r.âleyh), hocası İbn-i Abbas (r.a.)’den şöyle rivayet etmiştir: “Ebû Talib’in oğulları, sabah uykudan kalktıkları zaman gözleri hep çapaklı olurdu. Peygamberimiz (s.a.v.)’in gözleri ise tertemiz ve son derece parlak olurdu.
Nebi (s.a.v.) Efendimiz mü’minlere karşı öyle büyük bir sevgisi vardır ki, bu hususta Cenâb-ı Hâkk, Kitâb-ı Kerim’inde; “Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe s. 128) buyurmaktadır.
Talha b. Ubeydullah, Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in kabilesi olan Temimoğulları kabilesindendir. Talha kelimesinin sözlük anlamı kerem sahibi olmaktır. Talha b. Ubeydullah (r.a.) o kadar ikrâm etmekle meşhur olmuştu ki ikrâm etmek mânâsına olan “Talha” kendisine ad ve lakap olmuştur. Kubeysa b. Câbir (r.a.) onun keremi hakkında şöyle diyor: “Talha b. Ubeydullah ile bir süre beraber oldum.
Rivayet olunur ki, ilk yılda namaz vakitleri olunca Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.) kendiliklerinden gelip toplanırlardı. Namaz için davet yoktu. Sonradan Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, ulu sahabelerle meşveret edip: “Halkı namaza ne şekilde dâvet edelim?” dediler. Bazıları, “Biz de Hıristıyanlar gibi çan kullanalım. Namaz vakitlerinde çanlar çalınsın” dediler. Bazıları, “Yahudilerin adeti üzere boru çalınsın” dediler. Kimisi de “Namaz vaktinde ateş yakıp yukarı kaldıralım. Halk görüp mescide gelsinler” dediler. Ondan sonra Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe (r.a.)’e, birisi rüyasında ezân ve kâmeti öğretti.
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in babası olup babası Abdülmuttalib (Şeybe)’dir. Annesi Fatıma binti Amr’dır. Babası Abdülmuttalib o devirde Mekke hakimiydi. Zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp, tamiri esnasında, on erkek çocuğa sahib olduğunda birini kurban etmeyi adamıştı.
Ebû Nuaym (r.a.) şöyle rivayet eder: “Ben, Amine’nin vefâtı ile neticelenen hastalığa yakalandığı zaman, onu gördüm. Amine, büyük bir üzüntü ve hasretiyle oğlu Muhammed (s.a.v.)’in yüzüne baktı ve sonra şunları söyledi: “Ey oğlum! Allâh (c.c.) seni mübarek kılsın! Sen ki, çok nimetler ihsan edici Allâh (c.c.)’un yardımı ile ve adına yüz deve kesilerek kurtulmuş bir babanın evladısın! Baban Abdullah’a çıkmıştı kurâ da, yerine bu yüz deve fedâ edilmişti.
Peygamber (s.a.v.) en emin, en âdil ve en doğru bir peygamberdi. Öylesine emin ve doğru idi ki, bunu düşmanları bile kabul edip itiraf etmişlerdir. Henüz kendisine peygamberlik gelmeden önce bile “El -Emin” deniyordu.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in mübarek annesi olup Kureyş kabilesinin Zühreoğulları kolundan Vehb bin Abdi Menaf’ın kızıdır. Annesi Abdüddaroğullarından Berre binti Abdüluzza’dır. Üç batın ileride soyu Peygamberimizin baba tarafı ile birleşir. Medine’de doğdu.
Cabir bin Abdullah (r.a.)’in Hendek savaşı sırasında başından geçen bir olayı şöyle anlatır: “Hendek günü yeri kazârken sert bir taşa rastladık, durumu Resûlullâh (s.a.v.)’e bildirdik. Resûlullâh (s.a.v.): “İnip onu ben kıracağım” buyurdu.
Nebiyy-i Ekrem (s.a.v.)’in soyunun şerefi, memleketinin ve büyüdüğü yerin değeri son derece açıktır. Çünkü o Hâşimoğullarının en seçkinidir. Kureyş’in özü, baba, anne ve soy bakımından en şereflisidir.
İbn-i Asâkir (r.âleyh) Muhammed bin Hamza (r.âleyh) tarikından “Târîh-i Dımaşk” adlı kitabında şöyle rivâyet eder: O demiştir ki: “Büyük dedem Abdullah bin Selâm (r.a.), Peygamber (s.a.v.)’in Mekke’de çıktığını duyduğu zaman, O (s.a.v.) ile karşılaşmak istemiş, O (s.a.v.)’in yanına gitmiştir.
Üçüncü râşid halife Hz. Osman (r.a.)’in orta yapılı bir bünyesi vardı. Ne uzun boylu, ne de kısa boylu idi. Esmer eğilimli güzel bir yüzü vardı. Sakalı sık ve gür idi. Zarif tabiatlı, yumuşak ahlâklı, arı duru bir kişiliği vardı ve çok cömert olmakla biliniyordu.
Allâh (c.c.)’un yardımı ve izniyle varlık beşiğinin süsü olan Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in süt anneliği şerefine eren mübarek Halîme (r.anhâ) şöyle anlatıyor:“Çocukları emzirtme mevsiminde Benî Sa’d kabilesinin kadınları ile Mekke’ye doğru yola çıkmıştık.
Hadîs-i şerîfte: “Size gecesi gündüzü gibi parlak olan bir yol bırakıldı. Başka tarafa sapan helâk olur” buyuruldu. İbni Mes’ûd (r.a.) buyuruyor ki: Resûlullâh (s.a.v.)’in bu dünyâdan ayrılma zamanı yaklaşmıştı.
Enes bin Malik (r.a.) demişdir ki: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, benim süt teyzem olan Melîha kızı Ümm-i Harâm (r.anhâ)’yı Kuba’da ziyârete geldi. Çünkü Ümm-i Harâm, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in dedesi Abdûlmuttalib’in anası “Selmâ” tarafından akrabâsı ve süt yönünden de mahremi idi.