İslâm kaynaklarında âhir zamanda sünnet dışında gelişecek bir takım olaylardan haber verilmiştir. Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’den rivâyet edilen hadiste, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizler yakında benden sonra bencil kimseler ve makbul saymayacağınız işler göreceksiniz.”
Hz. Ömer (r.a.)’in Peygamberimiz (s.a.v.)’e nisbet ettirdiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “İnsanlar dinar ve dirhem hırsına kapılır, alışverişte birbirilerini aldatır, sığırların kuyruklarına tâbi olur yani ekme biçme işlerine dalar, Allâh yolunda cihadı terk ederlerse, Allah belâ indirir. Dinlerine dönüp, şeriata uygun şekilde yaşamadıkları sürece o belâyı kendilerinden kaldırmaz.”
Elimize geçen malları biriktirmeyip, bunları nefsimize, ailemize, dostlarımıza ve diğer tanıdıklarımıza dağıtarak yardım etmemiz, Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere emanet edip bıraktığı vasiyetlerinden biridir.
Allâhü Teâlâ bizleri ve bizim için bu evreni yarattığı zaman kendisi için iki tane lütûf yaratmıştır. Birincisi râbbanî lütûftur. Zira o bütün mahlukâtın Râbbidir ve yaratıcısıdır. Bundan ötürü onların yaşamlarını idame ettirecek imkânları da hazırlamıştır. İkincisi ise ilâhî lütûftur.
Hz. Ali (k.v.) anlatıyor: “Bir gün zevcem Fâtıma ile Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına gittik. Onu ağlıyor bulduk. Ben: “Anam babam sana feda olsun yâ Resûlallah! Seni ağlatan nedir?” dedim. Buyurdu ki:
Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiğinde Resûlullâh (s.a.v.) ve mü’minler Allâh (c.c.)’a yönelirler ve derler ki: “Ey Rabbimiz! Bu kardeşlerimiz dünyada iken “La ilâhe illallâh” diyorlardı, bizimle beraber oruç tutuyorlar ve bizimle birlikte namazlarını edâ ediyorlardı.
Ayet-i Kerime’de şöyle buyrulur: “(Cennetle Cehennem) arasında bir perde, ve A’râf üzerinde Cennetliklerle Cehennemliklerin her birini yüzlerinden tanıyan ricâl vardır. Cennet ehline: “Selâmün aleyküm (Selâm üzerinize olsun) derler. Ki bunlar, henüz Cennet’e girmemişlerse de oraya gireceklerini ümîd edenlerdir.” (A’raf s. 46) Âyet-i Celîle’de zikredilen “A’raf” yüksek bir yer veya tümsek ma’nâsına gelen, “arf” kelimesinin çoğuludur.
Allâhü Teâlâ buyurdu. “Yeryüzünde kibr ü azametle yürüme. Çünkü ne kadar bassan da arzı cidden yaramazsın, boyca da asla dağlara eremezsin.” (İsra s. 37) Resûl-i Ekrem (s.a.v.) buyurdu:
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İki büyük ordu birbiri ile savaşmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. Bunların her ikisi de aynı davayı ileri sürdüğü halde, aralarında büyük bir savaş olacaktır. Yine kıyâmet öncesinde otuza yakın yalancı deccaller türeyecek, bunların hepsi Allâh (c.c.)’un peygamberi olduklarını iddia edecekler.
Cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme girdiğinde Resûlullâh (s.a.v.) ve mü’minler, Allâh (c.c.)’a yönelirler ve derler ki: “Ey Rabbimiz! Bu kardeşlerimiz dünyada iken “La ilâhe illallâh” diyorlardı, bizimle beraber oruç tutuyorlar ve bizimle birlikte namazlarını edâ ediyorlardı.
Allâh (c.c.) bizlere Cennet hakkında konuşmak istediğinde dünyada bulunan nimetleri misâl olarak göstermektedir. Ancak bu bize Cennet’teki nimetlerin gerçek suretini vermemektedir. Bunun içindir ki Allâh (c.c.) Kur’ân-ı Kerîm’de Cennet’ten bahsederken daima “mesel” (mesela gibi) kelimesini kullanmaktadır.
İnsan cennette her ihtiyacını temin eder ve daha fazlasını da temin eder. İnsan cennette bir şeyi arzuladığında sadece hatırından geçirmekle onu derhâl önünde bulur. Cennet ehli arasında kin ve nefret bulunmaz.
Resûlullâh (s.a.v.) dünyada bütün insanlığı kurtuluşa erdirecek olan Allâh (c.c.)’un şeriatını insanlara tebliğ etmekle alemlere rahmettir.
Resûlullâh (s.a.v.)’in buyuruyor ki: “Sizden biriniz, ben kendisine kendi canından daha sevgili olmadıkça imân etmiş olmaz.”
Kâfirler izledikleri yöntem konusunda mahlukâtın en akılsızlarıdırlar. Allâh (c.c.) kendi dininin hak din olduğunu kanıtlamak için kâfirleri kullanmaktadır.
Cennet ehli şöyle der: “Hidâyetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allâh’a hâmdolsun! Allâh bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik.” (Araf s. 43)
Cennet ehlinden Cennet’e ilk girecek olanlar, Resûlullâh (s.a.v.) ve onun ümmetinden olan salih mü’minlerdir. Çünkü onlar dünyada fitnenin kol gezdiği bir dönemde geldiler. Onlar yeryüzünde fitnenin alevlendiği bir zamanda yaşadılar.
Nebî (s.a.v.) Allâh (c.c.)’u çok zikredenlerin hesapsız cennete gireceğini söylemişlerdir. Bunlar Azhâb Sûresi’nde de Allâh (c.c.)’u çokça zikreden kadın ve erkekler olarak geçmektedir.
hennemde azâp görmek, Allâh (c.c.)’un dünya hayatında bizlere ihsân ettiği bütün nimetlerden orada mahrum olmak demektir. Şu kadar var ki Allâh (c. c.)’un dünya hayatında insanlara verdiği nimetlerden mü’min de kâfir de faydalanmaktadır.
Kıyâmet gününde insan ilk önce Allâh (c.c.) hakkı, daha sonra da kul hakkından hesaba çekilecektir. Allâh (c.c.)’un kulları üzerindeki hakkı, onların dünyada iken mâsiyetler üzerinde ısrar etmesi ve Allâh (c.c.)’un yasalarına muhalefet etmeleridir. Kulların kullar üzerindeki hakları ise birbirlerine zulmetmeleri yahut birbirlerinin haklarını gasp etmeleridir.
Peygamberi ve onunla birlikte imân edenleri utandırmayacağı günde Allâh sizi, içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından âmellerinin nurları aydınlatıp gider de, “Ey Râbbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” derler.” (Tahrim s. 8)