Söylenmesi Şerî’âtta câiz olmayan her sözü zarûretsiz olarak dinlemek kulak âfetlerindendir. Nitekim dil afetlerinden olan gıybet, iftirâ, yalan, alay etmek gibi şeylerle malâyani (boş işler) kabilinden olan, âhirete ve dünyaya yarar, ahlâk ve iyilikle alâkalı tarafı olmayan hikâye, kıssa ve sözleri söylemek harâm olduğu gibi, dinlemek de harâmdır.
Allâhü Teâlâ, “Kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa geçmişi kendisinedir.” (Bakara s. 275) buyurmuştur. Bu şu demektir: Allâh (c. c.)’un hükmünü duyduktan sonra hemen faizden vazgeçenlerin geçmişleri bağışlanır.
İsraf, kişinin sahip olduğu maddî ve manevî varlığı, ölçüsüz ve gereksiz bir şekilde harcamasıdır. Bir başka ifadeyle malı ve zamanı boş yere heba etmesidir. Buna karşılık, insanın sahip olduğu maddî ve manevî varlığını yeri ve sırası geldiğinde sarf edip kullanmaması da cimrilik ve pintilik olarak değerlendirilmiştir. Öyle ise her iki halde de insanlar davranışlarında ölçülü olmalıdırlar.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Allâh fâizin bereketini tamâmen giderir. Sadakası verilen malları ise arttırır. Allâh (harâmı helâl tanımakta ısrâr eden) vebâl yüklenici kafirlerin hiçbirini sevmez.” (Bakara s. 276) buyurulmuştur.
Allâhü Teâlâ’nın yasaklarının zerresinden kaçınmak, cinlerin ve insanların ibâdetinden daha değerlidir. O halde cenk, saz, tanbur, def, ney ve diğer çalgı âletlerini çalmak, Allâhü Teâlâ’nın emrini tutmamak olur. Çalgı gibi, şarab ve diğer alkollü içkileri içmek, bunları satmak, aynı şekilde haram yemek, erkeklerin ipek giymesi ve yine erkeklerin altın yüzük takması emre uymamak olup haramdır.
Allâh ve Resulü (s.a.v.)’in savaştığı kimse ise asla felâh bulamaz. Allâh (c.c.) ile savaştan maksad; ya dünyada ya da âhirette olur. Dünyadaki şekli, böyle riba yiyenleri tâzir ve tevbe edinceye kadar hapsetmek, hâkimlerin görevidir.
Kur’ân-ı Kerîm’de: “Ey imân edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allâh’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân s. 130) buyrulmaktadır.
Gıybet, doğru olsa bile bir kimsenin arkasında ondan bahsedip, duyduğu zaman üzüleceği şekilde konuşmaktır. Yalan söylerse, iftira ve bühtan olur. Bu da ekseri dil ile olur. Allâhü Teâlâ’nın korudukları hariç bundan kimse kurtulamaz. Çok büyük günâhtır.
Allâhü Teâlâ buyurdu: “(Ey imân edenler!) Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin.” (Hucurat s. 12)
Allâhü Teâlâ buyurdu: “Her kim bir Mü’min’i kasten öldürürse cezası, içinde ebedî kalıcı olmak üzere cehennemdir. Allâh (c.c.) ona gazab etmiştir, ona lânet etmiştir ve ona çok büyük bir azab hazırlamıştır.” (Nisa s. 93)
Lût (a.s.), İbrâhîm (a.s.)’ın yeğeni idi. Hz. İbrâhim (a.s.)’la Filistin’e geldikten sonra, Sodum’a meb’ûs olmuştu. Sodumlular, fuhşun her çeşidini yapmaktan çekinmeyen insanlardı. Hz. Lût (a.s.), onları doğru yola davet etti. Dinlemediler. Çok nasihât etti, kabul etmediler. Cenâb-ı Hâkk da üzerlerine taş yağdırdı. Hem de zelzele ile kasabalarının altını üstüne getirdi. Hepsi helâk oldu.
bû Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilen hadis-i şerifte “Kabilenin başı fâsık, günâhkar bir kimse olur, toplumun lideri onların en rezili olur.” ifadesi vardır. Ayrıca, “çalgı aletleri ve şarkıcı kadınlar meydana çıkar.” ifadesi geçmektedir.
Bize hep şu nasihât edilirdi, “Bankalar gibi haram işlenen mekânlara girmeyin. Girmek zorunda kalırsanız, helâya girer gibi sol ayağınızla girip, sağ ayağınızla çıkın. O mekânda ruhunuz kabz olunacak olursa bedeniniz dışarıya düşsün.”
liyyü’l Havvâs (r.âleyh) bu konu üzerinde şöyle konuşurdu: “Herhangi biriniz bir Müslümanın gıybetini yapıp da sonra kendi kendine, “Benim öyle güzel âmellerim var ki, yaptığım gıybetin günâhlarını bağışlatır” demesin. Çünkü olabilir ki hakkında konuştuğu kimseye bütün âmellerini kefâret olarak verir de yine onu ikna ve razı edemez.”
Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle anlattı: Resûlullâh (s.a.v.) sordu: “Gıybet nedir? Bilir misiniz?” “Allâh (c.c) ve Resulü (s.a.v.) daha iyi bilir” dediler. Şöyle buyurdu: “Din kardeşini sevmediği bir şeyle anarsan gıybetini etmiş olursun.”
Ucubdan sakınmak gerekir. Ucub, kişinin yaptığı âmeli kendinden bir meziyet bilmesi ve yaptığı amele, gözünde yüksek bir mevki vermesidir.
Hz. Osman (r.a.) devam etti: “İçkiden kendinizi koruyun.Çünkü o, kötülüklerin anasıdır. Şunun bir gerçek olduğunu söylüyorum. İman ve içki bir kalpte durmaz.
Abdullah b. Amr (r.a.) Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivâyet ediyor: “Kocasına muhtaç olduğu halde ona teşekkür etmeyen kadına Allâh (c.c.) râhmet nazarıyla bakmaz.”
Koğuculuk hakkında Efendimiz (s.a.v.)’den aşağıdaki hadîs-i şerîfler rivâyet edilmiştir. Şeyhayn şu hadîsi anlatır: “Koğuculuk yapan bir kimse cennete giremez.”
Hz. Enes (r.a.)’den şöyle rivâyet olunmuştur: “Resûl-i Ekrem bize bir hutbe irad etti. Hutbesinde faizi anlattı, ehemmiyetinden bahsetti ve şöyle buyurdu: “Adama faizden isabet eden bir dirhem, İslâm nazarında otuz altı zinadan daha çirkindir.”
Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allâh (c.c.)’un azâbı daha zor ve devamlıdır. Eğer Allâh (c.c.)’un onu bağışlaması seni sevindirirse ondan razı ol. Nefsimi kudreti ile elinde tutana yemin olsun; ona dargın durduğun sürece namazı da sadakası da ona faydalı olmaz.”