Beyhaki’nin naklettiğine göre ihtiyar bir kadın Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.)’a mirastan pay almak için geldi. Ebû Bekir (r.a.) ona dedi ki: “Senin için Allâhü Teâlâ’n kitabında bir hüküm yoktur ve Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetinde de senin için bir hüküm bilmiyorum. Sen dön de bunu sahabelere bir sorayım.”
Ebû Hüreyre’den yaptığı diğer bir rivâyetinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.): *“Andolsun, gönlümden öyle geçiyor ki, kendi adamlarıma emredeyim, bana pek çok odun toplasınlar, sonra, hiçbir mazeretleri olmadıkları halde evlerinde namaz kılan kimselere gideyim, hanelerini başlarına yakıvereyim.” (Müslim)* Bu sahih hadiste mazeretsiz cemaati terkedenler için pek ağır vaîdler vardır.
Fakih ve müçtehid olan İmâm-ı Muhammed, İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (r.a.)’den aldığı ilmî, Şam bölgesinde yaydı. Hârûn er-Reşîd döneminde Rakka kadılığı yaptı.
6. Bir kimse ancak bir kâfirin yapabileceği bir fiili yapar ya da ancak bir kâfirden sudûr edebilecek (meydana gelebilecek) bir sözü söylerse; müslüman olduğunu ikrâr edip “La ilâhe illallâh, Muhammedur Resûlullâh” dese dahi bu fiil ve söz sebebiyle kâfir olur. Mesela, puta, güneşe veya aya secde etse, Yahudi veya Hıristiyanlarla beraber kilise ve havralara gitse, zünnar, haç gibi onlara mahsus olan kıyafetleri giyse, bu hareketleri sebebiyle kâfir olur. Kelime-i Tevhid’i ikrârına bakılmaz.
İmâm-ı Âzam (r.a.), kendisine teklif edilen kadılık görevini ve devlet hazinesi bakanlığını kabul etmediğinden dolayı uğradığı çeşitli baskı ve zulümlere katlanarak âhiret sorumluluğu korkusundan dünyevî cezaları yeğler ve küçümserdi.
Saîd b. Zeyd (r.a.) uzun boylu olup, esmere çalan bir ten rengi vardı. Güzel huylu, sakin tabiatlı vera’ ve takvâ sahibi bir kimseydi. Zühd ve tevazu sahibi, derinlemesine dindarlığı olan bir zât idi. Saîd b. Zeyd (r.a.) ilk müslüman olanlarla birlikte müslüman oldu.
Dört hak mezhebi reddeden, müçtehid olmadığı halde şer’i delilleri sözde kitap ve sünnetten veya meâllerden çıkarmak sevdasında olan kimselerin büyük bir gaflet ve delâlet içerisinde oldukları şüphesizdir.
Bir kısım insanlar anlayabildiği kadarıyla şeriata uyar. Şeriat sahibi nereye yürürse oraya yürür, nerede durursa orada durur. Muhammedî fiillerden en küçük bir şey terketmeksizin bütün gayretini ve himmetini sarfeder. İşte orta yol ve sünnet budur.
Kur’ân-ı Kerîm, herbiri batılı ilim adamları tarafından araştırma konusu yapılan tıp, astronomi, jeoloji, botanik gibi çeşitli bilim dallarına temel teşkil edecek bilgiler vermektedir. Özellikle insan sağlığını ilgilendiren tıbbî konular önemli bir yer tutmaktadır.
Mezhebi kabul etmeyen insanlar, müslümanların müctehid imâmlardan herhangi birini taklid ederek helâl ve haramla ilgili hükümleri öğrenebileceği bu kitaplardan uzaklaştırmak suretiyle, ictihâd etmek ve şeri delilleri araştırmak ve incelemekle yükümlü tuttuğunuz zaman, bu müslümanlara açıkça şöyle demiş olursunuz: Allâh (c.c.)’nın hükümleriyle ilgili herhangi bir problemle karşılaştığınızda kendi şahsi kanaatiniz yönünde hareket etmeniz yeter.
Ashâb-ı Kirâm’dan İmran bin Husayn (r.a.)’den şöyle rivâyet edilir: “Kur’ân indirildi. Resûlullâh (s.a.v.) de sünnetleri işlemeği sünnet kıldı. Sünnetleri işlemekte bize tâbi olunuz, uyunuz. Vallâhi bunu yapmazsanız dalâlete düşer, doğru yoldan saparsınız” (Ahmed ibn Hanbel) diye buyurmuştur.
Mis‘ar b. Kidam İmâm Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in gece ibâdetini şöyle anlatır: “Onu sabah namazını kılarken gördüm. Namazdan sonra öğle namazına kadar diğer insanlarla birlikte ilimle meşgul oldu. Öğle namazından sonra ikindiye, daha sonra akşama ve yatsıya kadar tekrar ilimle meşgul oldu.
İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in babası Sâbit genç abid ve zahitti. Bir gün su kanalından abdest alırken suda gördüğü bir elmayı alıp yedi. Abdest aldıktan sonra tükürdüğünde ise tükrüğünün kanlı olduğunu gördü ve kendi kendine; “Herhalde yediğim haram olmalı, yoksa tükrüğümün rengi değişmezdi” dedi
Kaynaklar İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (r.a.)’in kendisinden her isteyeni ve ihtiyaç sahiplerini boş çevirmeyecek şekilde cömert olduğunu ittifâkla kaydederler.
Kötü alim(!)ler eşkiyadan, yol kesicilerden daha kötüdür. Çünkü yol kesici, insanın dünyasına kasd eder, ama bu bozuk hocalar, insanın îmânına kasd ederler. Onlar namaz ve oruçta bile gevşeklik gösterirler. Haram ve günâhları âdet edinirler.
Ebû Hanîfe (r.a.)’e talebelik yapan İmâm Ebû Yusuf, fakih ve müçtehid bir âlimdir. Başta Yahya b. Maîn ve Ali b. el-Medînî olmak üzere her asırda birçok âlim onun itimada şayan olduğunu zikrederek övgüyle bahsetmiştir.
Dinden Sapmaya Bir Örnek başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz. Ehl-i Sünnet […]
Kurtuluş Gemisi: Sünnet Kurtuluş Gemisi: Sünnet başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz. […]
Fıkhî Mezheplerin Önemi Fıkhî Mezheplerin Önemi başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz. […]
Kadınların Cemaate Gelmeleri Gerekir mi? Kadınların Cemaate Gelmeleri Gerekir mi? […]
İmâm-ı Azam Ebu Hanife (r.a.)’in Hadislere Bağlılığı İmâm-ı Azam Ebu […]