Avam, zenginler ve fakirlerden bir grup vardır ki, zikir meclislerinde bulunup, bunun kendileri için yeterli olacağını düşünürler. Bu sebeple bu davranışı âdet hâline getirmişlerdir. Kuru kuruya vaaz dinleyip, öğüt almadan ve amel de etmeksizin sevap kazanacaklarını sanarlar.
“Yemeğe başlayan kimse, Bismillah desin. Bismillah demeyi unutursa hatırlayınca, “Bismillahi evvelehü ve ahirehü” desin.” (İbn Mace) “Ya Alî yemeğe tuz ile başla. Yemeğe tuz ile başlamak ve bitirmek yetmiş derde devadır. Sağ elinizle yiyiniz, sağ elinizle içiniz, sağ elinizle alınız ve sağ elinizle veriniz.
8 Mart, 1910 yılından bu yana kapitalist küresel sermayedarların kendi lehlerine manipüle ettikleri ilginç bir gün olarak, “Dünya Kadınlar Günü” adıyla kutlanmaktadır. 8 Mart, her yıl giderek daha fazla çelişkiyi, soruyu bünyesinde toplayarak ilerlemektedir.
Nefsin on askeri (kötü huy ve isteği) vardır: 1. Hırs. 2. Şehvet. 3. Cimrilik. 4. Aşırı istek. 5. Doğru yoldan ayrılıp uzaklaşmak. 6. Acımasızlık, merhametsizlik, katı kalplilik. 7. Kötü ahlâk. 8. Sonu gelmeyen arzu, istek, emel. 9. Aşırı hırs. 10. Tembellik
Kur’ân’da her şeyin açıklaması bulunmaktadır. Gerçek anlamda onlara vâkıf olan, şeriatın tamamını ihâta etmiş olur ve hiçbir konuda sıkıntıya düşmez. Buna şu Kur’ân nassları delâlet eder: “Bugün size dininizi tamamladım.” (Mâide s. 3)
Hadîs-i Şeriflerde ve diğer kaynaklarda belirtildiğine göre, zekâta tabi olan mallar şunlardır: Altın, gümüş, deve, sığır, koyun-keçi, atlar ve diğer hayvanlar. Toprak mahsulleri: Meyveler, sebzeler, buğday, arpa, mısır ve diğer tahıl ürünleri.
Hz. Hasan (r.a.)’den naklen Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu anlatıldı. “İçten kin besleyip haset etmek, iyiliği yer bitirir. Tıpkı, ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi.” Ebû Hüreyre (r.a.), Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in şöyle buyurduğunu anlatıyor. ”Birbirinize öfkelenmeyin. Hasetleşmeyin. Zoraki artırmaya girmeyin. Alışverişi, muvazaalı olarak kızıştırmayın. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz.”
Gavsü’l-A‘zam es-Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî (k.s.) Hazretleri Fethü’r-Rabbanî (İlâhî Armağan) nâm eserinde, “Âlimler, Nebîlerin vârisleridir.” hadîs-i şerîfini şöyle izâh buyururlar: “Ey evlâd! Şunu bil ki, İslâm’a giren müslüman olur.
Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in asıl adı Abdullah b. Ebî Kuhâfe’dir. Annesi Ümmül Hayr Selmâ bint-i Sahr’dır. Annesi, babasının amcasının kızıdır. Hem annesi, hem babası Teymoğullarındandır. Bu kabîle zarif ahlâkı ve çok edepli olmalarıyla meşhurdur.
Ayet-i Kerime’de şöyle buyrulur: “Rabbiniz celle şânühü’ye hüşû’ ve tezellülle yalvararak, gizlice duâ edin. Muhakkak ki Allâhü Teâlâ, haddi aşanları sevmez.” (A’raf s. 55) Cenâb-ı Hâkk bu Âyet-i Celile ile şunu tehbîh buyurmuştur ki; duâ eden kimsenin, kendine lâyık olmayan şeyleri istemesi yakışmaz.
Devlet, bütün Türk devletlerinde saltanat hanedanının müşterek malı idi. Âl-i Selçuk’ta, Âl-i Cengiz’de, Âl-i Timur’da ve Anadolu Beyliklerinde hep böyle idi. Bunun çok zararlı neticeleri tarihen sabittir.
1. Dînin yasakladığı işleri yapmak. 2.Halka yalan söylemek. 3. Sabah vakti uyumak. 4.Günde 8 saatten fazla uyumak.
Bir gün İblis, Musa (a.s.)’a geldi ve şöyle dedi: “Sen, Allâhü Teâlâ’nın peygamber olarak seçtiği ve kelâm ettiği bir kimsesin. Ama ben, Allâh (c.c)’un yarattıklarından biriyim. Şimdi, seni öyle yapan yüce Râbbine tevbe etmek istiyorum.
Râbbani lütûf Allâh (c.c.)’un dünyada mü’min ve kâfir için eşit olarak onların yaşamlarını idame ettirecek imkânları hazırlamasıdır. Râbbani lütûf iki kategoriye ayrılır. Birincisi insanın gayri ihtiyari olarak faydalandığı lütûftur.
Anadolu’da Osmanlı Devleti’nden önce bir başka devlet, Türkiye Selçukluları hüküm sürmüştür. Bunlar, haçlı ordularını perişan etmiş, Bizanslılar’ı yenilgilere uğratmışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin dünyadan ecelleri ile, yahut suikast neticesinde veya savaşlarda şehid düşerek ayrılan sultanları, devletin başkenti Konya’nın meşhur Alâeddin Tepesi’ndeki Selçuklu hanedanına mahsus türbeye defnedilirlerdi.
İslâm’ın ilk yıllarında kölelerden ve gariban takımından bazıları guruplar halinde müslüman olmuşlardı. Bunlardan özellikle köleler, müslüman oldukları için şiddetli sıkıntılar çekmekteydiler. Kölelerin sahibi bulunan efendileri, onlara türlü türlü eziyetler ediyorlardı.
İnsanoğlu ya tek başına olur ya da başkaları ile bulunur. Tek başına yaşamayacağına ve hem cinsine muhtaç olduğuna göre, insanlarla bir arada yaşamanın âdâbını öğrenmesi lazımdır. Her insanın, arkadaşına karşı takınacağı bir tavır ve hareketi vardır.
Bu soruya Merhum Yusuf Kandehlevi (r.âleyh)’in cevabı: 1960’larda Hindistan’da büyük bir ekonomik kriz yaşanır. Temel ihtiyaç maddelerinin fiyatları hiç görülmemiş bir şekilde artar. Eşyalardaki pahalılık artık halkın dayanamayacağı bir duruma gelir. Halk, “Hayatüs Sahabe” kitabının müellifi Yusuf Kandehlevî (r.âleyh)’in yanına gelip bu durumu şikayet ederek pahalılıktan ve fiyat artışından yakınır.
Hem dinin hem de geleneğin, az olmasını her zaman değerli bulduğu şeyler vardır; az yemek, az uyumak gibi. Hem Araplar hem de bilgeler az yemek ve az uyumakla övünür, çok yemeyi ve çok uyumayı kötü görürler. Çünkü çok yemek ve içmek; açgözlülükten, bir şeye doymamaktan, oburluktan ve aşırı ihtirâstan kaynaklanır.
Hâkk Teâlâ hazretleri Kur’an-ı Kerim’de; **“Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider.
İbn Ömer (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı:. ”Bir kimse, halkın yiyecek maddelerinde ihtikâr (karaborsa) yolunu tutarsa, Allâh (c.c.)’dan uzak kalır. Allâh (c.c.) da ondan uzaktır.” Saîd b. Müseyyeb (r.a.), Ömer b. Hattab (r.a.)’den naklen Resûlullâh (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu anlattı. “Câlib rızıklanır; muhtekir (karaborsacı) mel’undur.