mam-ı Âzam Ebû Hanife (r.a.)’a göre; toprak, kum, taş (tozu), kireç, alçı, sürme ve zırnık gibi yerin cinsinden olan her şeyle teyemmüm etmek caizdir. Bir kimse, misafir olduğu halde veya şehir haricinde olup, şehir ile bulunduğu yerin arasında bir mil (dört bin adım) yahut daha fazla mesafe bulunursa ya da suyu bulabiliyor da, suyu kullandığı takdirde hastalığının artacağından, veya cünüp olan şahıs soğuk su ile yıkandığı takdirde öleceğinden veya hastalanacağından korkarsa, o zaman temiz toprak ile teyemmüm eder.
İslâm hukukunda deliller dört tanedir: Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyâs. Bunlardan ilki olan “Kitap” yani Kur’ân-ı Kerim şeriatın küllî esaslarını teşkil eder, İslâm ümmetinin bel kemiğini oluşturur.
İslâm Dîni insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne inmiştir. Kur’an’da; “Biz, seni (Habîbim) âlemlere (başka bir şey için değil) ancak rahmet için gönderdik” yani senin peygamberliğin, insanların iyiliği kurtuluşu ve mutluluğuna sebeptir, buyurulmuştur.
Kazâya kalan namazların tek başına veya ce-maatle kazâ edilmesi durumunda ezân ve kâme-tin tekrarı gerekir. Şâyet kazâ edilecek namazlar birden fazla ise kazâ edeceği ilk namaz için ezân okur ve kâmet getirilir. Daha sonra kazâ edeceği namazlar için sadece kâmet getirilir.(Suâlli Cevâplı İslâm Fıkhı, c.1, s.440-441)
Fıkıh gerçek anlamıyla; insanların dünya hayatlarını, yaratanın rızasına uygun biçimde düzenleyerek ahirette kurtuluşa ermelerini sağlayan bir ilim, bir nizamnâmedir. Fıkıh ilmi müslümanların günlük hayatları için gerekli olan bilgileri içerir.
Bu ürünlerin zekâtlarının oranı bizzat Resûlullâh (s.a.v.) tarafından belirlenmiştir. Bir hadîs-i şerîfte, “Yağmur ve nehir sularıyla sulanan toprak mahsullerinde onda bir; kova ile sulananlarda ise yirmide bir öşür gerekir.” (Buhârî) buyrulmuştur.
Sürçi lisanla veya zorla küfrü gerektiren bir sözü söylemekle kişi kâfir olmaz. Allâhü Teâlâ’yı inkâr etmek, tabiatçıların yaptığı gibi veya icmâ ile sabit olan ilim, kudret gibi Allâhü Teala’nın yüce sıfatlarından birini inkâr etmek veya Allâhü Teâlâ’ya renk veya şekil izâfe etmek küfürdür.
Bu günü; varsa, kendisinin devamlı verdiği bir gün yoksa günümüz teamüllerine binaen alışılagelmiş bir ay olan Ramazan ayından belirli bir gün olarak tespit etmesi gerekir. Artık belirlediği bu güne ömrünün sonuna kadar riayet etmelidir.
Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Peygamberimiz (s.a.v.)’e: “Onlar namazlarından gafildirler” âyetinin tefsirini sorduğumda: “Namaz vaktini geciktirmektir” cevâbını verdi demiştir. Yâni, simaları namaz kıldıklarını gösterir, fakat tembellik edip namazlarını geciktirdiklerinden dolayı azâbın en çetini “veyl” ile cezalandırılmışlardır.
Namaza geç kalıp imâma birinci rekâtta yetişemeyen kimseye mesbuk denir. Mesbuk, imâm iki tarafa da selâm verdikten sonra, ayağa kalkarak, yetişemediği rekâtları kaza eder ve kırâetleri (okumaları), birinci, ikinci, üçüncü rekât kılıyormuş gibi okur. Oturmayı ise, dördüncü, üçüncü ve ikinci rekât sırası ile, yani sondan başlamış olarak yapar
Hanefî mezhebine göre Fâtiha’nın sonunda “âmîn”in gizli söylenilmesi sünnettir. Bu konuda imâm, cemaat ve yalnız başına kılanlar arasında fark yoktur. Şâfiî mezhebine göre ise “âmîn”, açık kıraatli namazlarda açıktan, gizli kıraatli namazlarda gizlice söylenir.(İbn Abidin, Reddu’l-muhtar, c.2, s.172)
Târihçiler İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfe (r.a.)’in orta boylu, delil getirme yeteneği güçlü, sesi güzel, fizikî yapısı itibariyle mükemmel olduğu husûsunda ittifâk halindedir.
“… Tâ ki, o mal, sizden yalnız zenginlerin elinde dolaşan bir servet olmasın.” (Haşr s. 7) Bu âyet, servetin belirli ellerde toplanmasını ve âtıl bir halde tutulmasını yasaklamaktadır. Fakat zengin, malını meşru yoldan kazanmışsa onun saygınlığı vardır.
Sakal, Peygamber (s.a.v.)’in sünneti, yani yolu olduğu gibi, bütün peygamberlerin de sünnetidir. Cenâb-ı Allâh tarafından gönderilen bütün nebi ve resûller sakallı idiler.
Berâ b. Azıb’den rivâyet edilen hadîste Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Seslerinizi Kur’ânla süsleyiniz.” (Abdurrezzâk) Yani onun kıraatına düşkün olunuz ve seslerinizi onunla meşgul ediniz. manasınadır.
Osmanlı Devleti’nde medreselerde iyi yetişmiş öğrenciler, önce müderris olurlardı. Sonra bunların arasından kadılar seçilir. Hukuk işleri böyle yürürken, denenmiş bazı kadılar, Sancak beyi, Beylerbeyi vezir ve nihayet Şeyhül İslâm olurdu.
Gemilerin denizlerde akıp gitmesi ile Allâh (c.c.)’un varlığına şu bakımlardan delil getirilir:
“Her ne kadar gemiler, insanların yapmış oldukları şeyler ise de, bu gemileri yapma imkânı veren, âletleri, vasıtaları yaratan Allâh (c.c.)’dur.
Namazda Kâbe’ye yönelmek şarttır. Kıble, Mekke’deki bir binadan ibaret değildir. O mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür.
Nebî (s.a.v.)’i aradan çıkarmak isteyen bazı kimseler Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sadece bir nakilci, diğer bir ifâdeyle bir “postacı” olduğu, vazifesinin sadece Kur’ân’ı teblîğden ibaret bulunduğunu; Kur’ân’ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, sünnetin veya başka bir şeyin dinî hükümlere kaynaklık etmesine, Kur’ân’ı açıklamasına gerek kalmadığını savunurlar.
Abdullah bin Mes’ûd (r.a.) buyuruyor ki, alışveriş, ya’nî ticâret ilmini bilmeyen faiz yer. İstese de, istemese de bundan kurtulamaz.
Kılınmamış farz namazların kazâ edilmesi farz, vâcib olan (vitir namazının) kazâ edilmesi vâcib, sünnet namazların kazâsı sünnettir. Kazâya kalan namazlar birçok olunca, bunların herbirini belirleyerek niyet edilmesi gerekmez; çünkü bunda güçlük vardır. Onun için şöyle niyet edilmesi uygun olur