Osmanlı Devleti’nde medreselerde iyi yetişmiş öğrenciler, önce müderris olurlardı. Sonra bunların arasından kadılar seçilir. Hukuk işleri böyle yürürken, denenmiş bazı kadılar, Sancak beyi, Beylerbeyi vezir ve nihayet Şeyhül İslâm olurdu. Kadılar yüksek bilgiye sahip olurken, verdikleri hükümler ve kararlar daima adil olurdu. Bu kadılar, hiçbir tehdit ve idari baskıya boyun eğmezler, Kur’ân, sünnet, icmâ, kıyâs ile oluşmuş fıkıh ne ise onu uygularlardı. Maalesef, Tanzimat’tan sonra bazı kadılar ve Şeyhül İslâmlar masonlaşarak, İslâm dışı hükümler vermeye başladılar. Adil olan kadıları; bazı Mason sadrazamlar, İngilizlerin emri ile görevden uzaklaştırdılar. Bazı Şeyhül İslâmlardan istedikleri fetvâları aldılar. Sonra da her yerde, hocalar, kadılar, padişahlar, aşağılanarak, halkın nazarında da küçük düşürülmeye çalışılmış, Müslümanlara aşağılık duygusu aşılanmıştır. Bilhassa 18. asırda, İngiliz koloniler bakanlığı içinde kurulmuş oryantalizm merkezi; Dünya’da müslüman halk, devlet, medreseler, tekkeler… üzerinde çok çalışmalar yaparak, bu kurumları ifsat etmişlerdir. Halbuki Karahanlılar, Babürlüler, Harzemşahlar, Selçuklular ve Osmalılar, ehli sünnet yoluna uymuşlardır. Padişahlar her ferman için Şeyhül İslâm’dan fetvâ almıştır. Bunun ilkel şekli Anayasa Mahkemesi’dir. O halde hiçbir padişah, İslâm ülkelerinde başına buyruk değildi. Astığım astık, kestiğim kestik değildi.
Batı hukukunda olduğu gibi, yeni kanun çıkarmak, olmadı bir daha çıkarmak, binlerce maddelik kanun çeşitleri ortaya sürmek yoktu. Her şey az ve öz, hükümler kesin, cezalar caydırıcı ve suçları azaltıcı idi. Mesela Osmanlı’da bir ağaç altında unutulan bir eşya, bir ay sonra da aynı yerde dururdu. Kimse almaz ve alamazdı. Bir esnaf sahte mal ve aşırı fiyat uygulayamazdı. Genel hükümler kısasa kısastı. Haksız yere öldüren öldürülür. Bir daha kimse cinayet işleyemezdi. Allâh (c.c.)’un Maide Suresi 38. âyette emrettiği üzere, hırsızın kolu kesilirdi. Bu sebeple takdir edersiniz ki suçlar çok azdı.(Dr. Seyfi Şahin, www.istikbal.com )