Kâfirler izledikleri yöntem konusunda mahlukâtın en akılsızlarıdırlar. Allâh (c.c.) kendi dininin hak din olduğunu kanıtlamak için kâfirleri kullanmaktadır.
Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan da sakının. Allâh’tan korkun çünkü, Allâh’ın azabı çetindir.” (Nisâ s. 80) buyurmuştur.
Bu dünyada maksat Allâh (c.c.)’un rızasını kazânma saadetine ermektir. Resûlullâh (s.a.v.)’in rızası, Allâh (c.c.)’un rızasına tabidir. Allâh (c.c.)’u razı eden şey, Resûlullâh (s.a.v.)’i de razı kılar.
Allâhü Teâlâ, birbirlerine karşı rahmet ve sevgi bağlarıyla bağlı olmaları sebebiyle, Peygamberimiz (s.a.v.)’in Ashâbı (r.a.e.)’i Fetih Sûresi 29. âyette övmüştür. Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’in hepsi adaletli kimselerdir.
Bir kimse; tevhidi yani Allâh (c.c.)’un birliğini kabul edip “Lâ ilâhe illallâh” dediği halde, Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in risâletini, peygamberliğini kabul etmezse, müslüman olmaz, imânlı sayılmaz.
1. İnsanlar Cuma gününde ayrılığa düştüler; Yahudiler cumartesiyi, Hıristiyanlar pazarı (cuma yerine geçecek gün) edindiler...
Resûlullâh (s.a.v.)’in atalarından, sonunda kendilerinden Hz. Peygamber (s.a.v.) dünyaya gelinceye kadarkilerin hepsi de İbrahim (a.s.) dini (tevhid inancı) üzere, Allâh (c.c.)’e itaat eden kimselerdendir. Bu, Kur’ân’la sabit olmuştur.
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz “Kıyâmete yakın ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir tanesi hidâyet üzere diğerleri ise dalâlet üzere olacaktır” buyurmuşlardır.
Peygamber (s.a.v.) “Âhir zamânda imânı muhâfaza etmek, kor ateşi elde tutmak kadar zor olacak. Kişi sabah evden imânlı çıkacak; akşam eve imânsız gelecek, akşam imânlı yatacak; sabah imânsız kalkacak.” diye buyurdular.
Resûlullâh (s.a.v.)’i ruhen ve itikâden sevmek lazımdır. Allâh (c.c.)’a gerçek kul olmak isteyenler, O (s.a.v.)’in muhabbetinde yarışmakta, en yüce makâmı onun sevgisinde bulmakta, bu aşkla ölmeyi, şehâdet mertebesinden üstün bilmektedirler.
Aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı ve şüphe duymadan, sana tam teslimiyetle teslim olmadıkça imân etmiş olmazlar.” (Nisâ s. 65)
İbnü’l-Cevzî diyor ki: “Gaybı bilen, mülkündeki tasarrufunda hiçbir ortağı olmayan Allâhü Teâlâ’dır. Peygamberlerden seçip beğendiği kimse hâriç gaybına hiçbir insanı muttali kılmaz. Çünkü peygamberlerin sıdkına delil, onların kendilerine bildirdiği kadar gaybı haber vermeleridir.
KÜFÜRDEN VE ŞİRKTEN KORUNMAK İÇİN SABAH AKŞAM OKUNACAK DUÂ:
“Allâhümme innî e‘ûzü bike en-üşrike ve ene a‘lemü ve estağfiruke limâ lâ a‘lemü.” Türkçe Anlamı: “Allâh’ım! Bilerek şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmediklerim için de Senden mağfiret di-lerim.” (Ömer Muhammed Öztürk,İbâdet Takvimi ve Duâlar, s.203)
Allâh (c.c.), Resûlü (s.a.v.)’e olan itaâtin, teslîmiyyetin ve bağlılığın bizzat kendisine yapılmış olacağını birçok âyetinde belirtmiştir. Allâh (c.c.) buyurur ki: “Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve sonradan haklarında verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam olarak teslim olmadıkça imân etmiş olmazlar.” (Nisâ s. 65)
Ebû Alî Dekkak (r.â-leyh) buyurdu ki: “Her insanın üç yüz altmış damarı vardır. Eğer üç yüz elli dokuz damarı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’ine muhabbet, bir tanesi Peygamberimiz (s.a.v.)’in Ashâbı (r.a.e.)’dan birine düşmanlık, sevgisizlik üzere bulunsa, ölüm zamanında emir gelir ve canını o bir damardan alırlar. Bunun bozukluğu sebebi ile dünyâdan îmânsız gider.”
"Hangi şahidin şahitliği daha güvenilirdir?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allâh şahittir. Bu Kur’ân bana, hem sizi hem de ulaştığı herkesi onunla uyarmam için vahyedildi. Yoksa siz Allâh ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” De ki: “Ben buna şahitlik etmem.” De ki: O, ancak bir tek Allâh’tır; ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.” (En’am s. 19)
Bazı müslümanlar kendi mensubu bulundukları gurubun dışındakilerini hoş görmez ve daima her konuda kendi güzellikleri ve doğrulukları ile övünürler. Onlarda İslâm’ın tanıdığı hoşgörü ve müsamahanın yerini kör taassub alır.
Hadîs ilmi; dünyada yalnızca Müslümanlara has bir ilim olup târihçilere parmak ısırtmış, bu ilmi değersiz göstermek isteyen müsteşrikleri de birçok sıkıntılara sokmuştur. Dünya târihinde, Peygamberimiz (s.a.v.)’den başka; hayatı ve risâleti bütün ayrıntıları ile ve çok titiz metodlarla günümüze kadar ulaşan başka hiçbir şahsiyet yoktur
Müfessir Kâdî Beydâvî (r.âleyh) diyor ki: “Aklî ve şer’î delîllerle kat’î surette sabittir ki, Cenâb-ı Hâkk cisim olmaktan ve bir mekânda yerleşmiş olmaktan münezzehtir.”
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyorlar ki: “Kim, namazın ilk tekbirini imâmla beraber alarak 40 gün boyunca namazlarını cemaatle kılarsa, Allâh (c.c.) o kimse için iki berât yazar. Birisi nifâktan (münafıklıktan) uzak olma berâtı, diğeri de cehennemden kurtulma berâtı.”
Ebu Osman es-Sabunî (r.âleyh) diyor ki; “Resûlullâh (s.a.v.)’in ashâbı (r.a.e.) arasında geçenler hakkında uzak durmak, dilleri onlara kusur ve eksiklik içeren sözlerden temiz tutmak görüşündedirler.