Allâh (c.c.) bir kuluna hayır murad edince, onu dinde fakih kılar. Yani o kuluna dînin hükümlerini öğrenmeye istîdad verir. Ona kuvvetli hafıza, anlayış verir. Onu dünyaya tapmaktan korur. Ayıplarını gözlerinde canlandırır. Yani yaptığı kusurun derhâl farkına varıp tevbe eder.” (Beyhakî)
Allâh (c.c.)’un zikri ile vakit geçiriyor, beş vakit namazı tertemiz oldukları halde cemâate devam ederek kılıyorlar. Böylesine güzel ve iyi davranışlarda ve Cenâb-ı Hâkk’ın razı olacağı amellerde bulunmak aklen, örfen, hikmeten ve şer’an suç mudur? Bu hâllerin hangisi şeriata aykırıdır?
Bir müslüman her gün kendi kendine; o gün kaç vakit namazı camide kıldığını, bilmeden de olsa yalan söyleyip söylemediğini, kimseyi kandırıp kandırmadığını, İslâm’a muhalif bir şey yapıp yapmadığını sorması gerekir.
İnsanın, bedenine zarar verecek şeylerden sakınacak kadar tıb ilminden bilmesi müstehâbdır. Çünkü tıb ilmi, bedenin sıhhatini muhâfazaya yardımcıdır. Dînî ve dünyevî ilimlerin tahsîli de ancak sıhhat olduğu vakit mümkün olur.
Azim ve çalışkanlık, çocukluklarından beri Muhterem Ömer Öztürk’ün öne çıkan vasıfları olmuş, bu sayede yöneldikleri her işte -biiznillâh- muvâffak olmuşlardır.
Kendileri hâlen Medine-i Münevvere’de “Bâb-ı Sıddık’ın Hadimi” olarak Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e yol göstermeğe ve senede iki kez Türkiye’ye gelerek hizmetlerine devam etmektedirler. Allâh (c.c.) zât-ı âlilerini uzun ömürle muammer etsin.
son devrin mânevîyat büyüklerinden Hz. Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.) da kadınları, kocaları vasıtası ile irşâd etmiş, onlara hiçbir zaman toplu veya tek tek sohbet yapmamıştır. Kadınlara zikir telkinini de kocaları vasıtasıyla yapmıştır. Bu usül, mânevîyat ehlinin yoludur.
Söylenen söz ancak O (s.a.v.)’in sözüne uyuyorsa muteberdir.”
“Peygamberlerden sonra insanların en akıllısı Hz. Ebûbekir (r.a.)’dir. Çünkü Nebî (s.a.v.)’in yolunda her şeyini fedâ etmiştir.”
Râbıtadan gâye; müridin kalbinden gaflet ve karanlığın kovulması iken, kendi kalbinden gaflet ve karanlığı kovamayanlar, nefislerine râbıta ettirmekle onların gaflet ve zulmetlerini nasıl giderebilirler?
hadîs-i şerîfte beyân buyurulduğu üzere “Kişi kalben zikre muvaffâk olursa şeytân me’yûs olarak geri çekilir; zikirden gâfil olursa kalbe yeniden girer.”
Bütün hayatı manevî kerâmet (ya‘ni istikâmet) olan Efendimiz Hazretleri, kendilerinden sâdır olan kerâmetleri böylece saklamamızı bize öğretmiş oluyorlardı. Böylece kerâmetin matlûb olmadığını, zuhûrunun o kişilere Allâh (c.c.)’ün rahmeti olduğunu anlatmış oluyorlardı. Buna da hâmdetmek lâzımdı ve hemen takılmadan istikâmet üzere Hâkk yola devâmı öğretiyorlardı
İşte kerâmeti maddî ve ma‘nevî olarak ikiye ayıran Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin: “Esâs kerâmet ma‘nevî kerâmettir; o da yirmi dört sâatin tamâmını Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uygun olarak geçirmektir. Bizce makbûl olan da budur.” dediği ma‘nevî kerâmetler manzûmesidir Hazret-i Sâmî (k.s.) Efendimizin asırlık ömürleri.
Doğumundan i‘tibâren bütün hayatı boyunca bu müjdenin şanlı izlerini taşıyan bu zâta, “Âlî makâm sâhibi” ma‘nâsına gelen Sâmî ismi konur. Her hâlleri büyük, yüksek makâm sâhibi oluşlarının dışarıya tezâhürüdür
Hazret-i Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi görevlisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kaleminden yayınlıyoruz: 1892 Yılında Adana’nın Tepebağ mahallesinde dünyâya teşrîf eden Hazret-i Sâmî (k.s.)’un babaları Müctebâ Efendi, anneleri Ümmügülsüm Hanımefendilerdir. Dedelerinin ismi Abdurrahmân, büyük dedeleri İshâk ve Hüseyin Efendilerdir
Hâlid bin Velid (r.a.) rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle diyor: “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e bir adam gelerek: “Ya Resûlallah! Sizden hem dünya hem de âhirette kâfi gelecek, beni hiçbir şeye muhtaç etmeyecek bazı şeyler istirham edeceğim.”
Akıllı kişinin yapması gereken Resûlullah (s.a.v.)’in “Allâh (c.c.)’u çokça zikreden kişiler […]
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de: “Her hangi bir hayırlı işe eğer besmele ile başlanmazsa o iş ebter olur” yani sonu hayır ile tamamlanmaz ve bereketli olmaz buyurmuşlardır.
Yakın tarihimize damga vuran gençlik teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği’nde 1971’de başlayan dönemde kurumsal/kitlesel faaliyetler yanında kişisel gelişime de çok önem verilmiş; “İslâm’ı öğren, yaşa; öğret, yaşat” düsturu hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür.
Muhterem Ömer Öztürk azim ve metanet ile hizmetlerine devam etmektedirler. Bütün bunların temelinde kendilerinin cihâd anlayışı yatmaktadır. Canlarıyla ve mallarıyla; başta nefse karşı olmak üzere anbean, günbegün ve ömür boyu süren ve her seferinde Allâh (c.c.)’un izniyle galip gelinen bir cihâd…
Hz. Mahmud Sami (k.s.) hazretlerinin terbiyesi altında yetişmişler, Osmanlı bakiyyesi pek çok âlimin sohbetlerine iştirak ederek Hz. Sami (k.s.)’dan aldıkları ilim ve irfan nûrunu kemâle erdirmişlerdir.