Râbıtadan gâye; müridin kalbinden gaflet ve karanlığın kovulması iken, kendi kalbinden gaflet ve karanlığı kovamayanlar, nefislerine râbıta ettirmekle onların gaflet ve zulmetlerini nasıl giderebilirler?
hadîs-i şerîfte beyân buyurulduğu üzere “Kişi kalben zikre muvaffâk olursa şeytân me’yûs olarak geri çekilir; zikirden gâfil olursa kalbe yeniden girer.”
Bütün hayatı manevî kerâmet (ya‘ni istikâmet) olan Efendimiz Hazretleri, kendilerinden sâdır olan kerâmetleri böylece saklamamızı bize öğretmiş oluyorlardı. Böylece kerâmetin matlûb olmadığını, zuhûrunun o kişilere Allâh (c.c.)’ün rahmeti olduğunu anlatmış oluyorlardı. Buna da hâmdetmek lâzımdı ve hemen takılmadan istikâmet üzere Hâkk yola devâmı öğretiyorlardı
İşte kerâmeti maddî ve ma‘nevî olarak ikiye ayıran Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin: “Esâs kerâmet ma‘nevî kerâmettir; o da yirmi dört sâatin tamâmını Resûl-i Ekrem sallallâhü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uygun olarak geçirmektir. Bizce makbûl olan da budur.” dediği ma‘nevî kerâmetler manzûmesidir Hazret-i Sâmî (k.s.) Efendimizin asırlık ömürleri.
Doğumundan i‘tibâren bütün hayatı boyunca bu müjdenin şanlı izlerini taşıyan bu zâta, “Âlî makâm sâhibi” ma‘nâsına gelen Sâmî ismi konur. Her hâlleri büyük, yüksek makâm sâhibi oluşlarının dışarıya tezâhürüdür
Hazret-i Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi görevlisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kaleminden yayınlıyoruz: 1892 Yılında Adana’nın Tepebağ mahallesinde dünyâya teşrîf eden Hazret-i Sâmî (k.s.)’un babaları Müctebâ Efendi, anneleri Ümmügülsüm Hanımefendilerdir. Dedelerinin ismi Abdurrahmân, büyük dedeleri İshâk ve Hüseyin Efendilerdir
Hâlid bin Velid (r.a.) rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle diyor: “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e bir adam gelerek: “Ya Resûlallah! Sizden hem dünya hem de âhirette kâfi gelecek, beni hiçbir şeye muhtaç etmeyecek bazı şeyler istirham edeceğim.”
Akıllı kişinin yapması gereken Resûlullah (s.a.v.)’in “Allâh (c.c.)’u çokça zikreden kişiler […]
Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de: “Her hangi bir hayırlı işe eğer besmele ile başlanmazsa o iş ebter olur” yani sonu hayır ile tamamlanmaz ve bereketli olmaz buyurmuşlardır.
Yakın tarihimize damga vuran gençlik teşkilatı Milli Türk Talebe Birliği’nde 1971’de başlayan dönemde kurumsal/kitlesel faaliyetler yanında kişisel gelişime de çok önem verilmiş; “İslâm’ı öğren, yaşa; öğret, yaşat” düsturu hayata geçirilmeye çalışılmıştır.
936 yılında kapatılan MTTB, 1946 yılında bir grup gencin müracaatıyla yeniden açılmıştır. Bu yıllarda bazı nümayişlerle, milli refleks MTTB tarafından ayakta tutulmaya çalışılmış ancak 1960 darbesini kurum olarak açıktan destekleyecek kadar sistemle entegre bir çizgide faaliyet yürütülmüştür.
Muhterem Ömer Öztürk azim ve metanet ile hizmetlerine devam etmektedirler. Bütün bunların temelinde kendilerinin cihâd anlayışı yatmaktadır. Canlarıyla ve mallarıyla; başta nefse karşı olmak üzere anbean, günbegün ve ömür boyu süren ve her seferinde Allâh (c.c.)’un izniyle galip gelinen bir cihâd…
Hz. Mahmud Sami (k.s.) hazretlerinin terbiyesi altında yetişmişler, Osmanlı bakiyyesi pek çok âlimin sohbetlerine iştirak ederek Hz. Sami (k.s.)’dan aldıkları ilim ve irfan nûrunu kemâle erdirmişlerdir.
1971 yılında İstanbul’da, MTTB Genel Başkanı Ömer Öztürk tarafindan kurulan vakfımız; milletimizin tereddütsüz güveni, yarım asırlık tecrübesiyle; eğitim, yurt, burs ve yayıncılık alanlarında hizmet vermektedir.
Ramazan-ı Şerîf’te kula düşen îmân ve ihlas ile Hâkk Teâlâ Hazretlerine kulluğunu arz ederek Ramazân-ı Şerîf’i idrâk etmeye çalışmaktır. Ramazân-ı Şerîf’in gündüzü oruçlu geçirildiği gibi geceleri de imkân dâhilinde ibâdet ve taat ile geçirilmelidir.
Niçin Yaratıldık? Niçin Yaratıldık? başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz. “O hanginizin […]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Haset ve Garazın Akıbeti Hz. Peygamber (s.a.v.)’e […]