ZEKÂTTA TEMİZLİK VARDIR
Zekât; zengin Müslümanların, yıldan yıla belli ölçüsüne göre mallarının bir kısmını zekât niyetiyle ayırıp verilecek yerlere vermelerinden ibaret malî bir ibâdettir.
Hakikaten malının zekâtını veren, fukaraya muavenet ve yardımdan geri durmayan ihsan ve hayır ehlinin malının arttığı herkesçe müsellem açık bir hakikattir. Bir fakirin gönlü hoşnut edilerek yapılacak hayırın muhakkaktır ki Cendb-ı Hakk (azze ve celle) mükâfatını verir. Nitekim:
«Rızkınızdan sizin, infak ettiğiniz şeyin bedelini Allah Teâlâ hem dünyada ve hem de âhirette halk eder. İnfak olunan şeyin halefini yerine koyar ve halefsiz bırakmaz.» buyurulmuştur.
Fukara hakkını esirgeyip vermeyen bahil (cimri) kimselerin malı, umulmadık afat ve zararlara duçar olduğu ve bazen de tamamen mahvolduğu görülmektedir.
Zekât’da bir taharet vardır. Bir servetin içinde fukara hakkı bulunursa bu hak o mal için âdeta manevî bir lekedir.
«Habibim! Servet sahiplerinin mallarından zekât al! Zekât onların mallarını temizler, vicdanlarını arıtır.» buyurulmuştur.
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER
Zekât, müslüman olmayanlara verilmez. Onlardan da ancak:
1— Yoksulluk çeken fakirlere, 2— Hiç bir şeyleri bulunmayan düşkün miskinlere,
3— Zekât işinde çalışanlara, 4— Kalpleri müslümanlığa ısındırılacak, alıştırılacak olanlara, 5— Esirlikten kurtulacak kölelere, 6— Borç içinde kalmış borçlulara, 7— Allah yolunda açılan cihâdlara katılanlara, 8— Yurdundan ve servetinden uzak, yolda belde kalmış olanlara verilir. (Tevbe: 60)
Zekât ve sadakanın, helâlinden temiz mallardan verilmesi gerekir.
Zekâtı verilmeyen malların akıbeti:
Zekât ve sadakası verilmeyen mallar, yok olmağa mahkûmdur.
Bir hadîs-i şerife göre: «Her gün, her sabah, iki melek inip birisi, «Yâ Rab! (Zekât ve sadakasını vererek) malını harcayana, harcadığının yerine yenisini ver!» der. Öbürüsü de «Yâ Rab! (Zekât ve sadaka hakkını ödemeyerek) malını sıkana da malının telefini ver!» der.»
ATASÖZLERİ:
Eğri bacanın dumanı doğru çıkmaz.
Dünyayı seller bassın ördeğe vız gelir.
ZEKÂTI ALANIN VAZİFELERİ
1) Fakir, zekâtı alırken rızık ve ibadetle taatine yardımcı olmak için almalıdır. Niyeti, aldığını bu yolda kullanmak olmalıdır. Bu nimeti Hakk’a kullukta harcamayıp O’na isyanda, gayri meşru yollarda heder ederse Allah (c;c.)’ın gazabına uğramayı hak eder.
2) Kişi. zekâtı verene dua ve teşekkür etmeli, yalnız bunu, zengini vasıta olmaktan ileri götürmemelidir. Peygamberimiz (s.a.v.): «İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş sayılır.» (Tirmizî) buyurmuştur.
Zekâtı alan, aldığı şüpheliyse, ondan sakınmalıdır, haramdan ise ısrarla kaçınmalıdır.
Yine zekât ve sadakayı alan, sekiz sınıftan birine girmiyorsa almamalıdır. Aldığı miktardaki şüpheli kısımdan kaçınmalı ve kendisine mubah olanını almalıdır.
Zekâtı olan Şafii mezhebine mensup ise zekâtı verene ne kadar zekât vereceğin sormalıdır. En çok sekizde birini alabilir. Fazlasını alamaz ve almamalıdır. Zekâtın tamam sekiz sınıfın hakkıdır. Sekizde birini de üçe bölüp ona göre almalıdır. Hanefî mezhebinde bu durum yoktur. Taksim edilmez ve tamamını bir sınıf alabilir.
ZEKAT VE İCTİMÂİ ADALET
«O kimseler ki onlar altınla gümüşü cem’-ederler de o cem’ ettikleri altın va gümüşü Allah Teâlâ yoluna sarfetmezler. Onlar için acıtıcı azabı müjde et… O; günde ki bahillerin cem’ edip sakladıkları altın ve gümüş, cehennem ateşinde kızdırılıp, alınları, yanları ve arkalan onunlı dağlanacağını hatırlasınlar. Ve onlar hakkında denilir ki şu sizin nefsiniz için cem’ ettiğiniz malınızın azabıdır. İşte şu malın gıdasını tadınız.» (Tevbe Sûresi: 34 – 35)
Zekat vermekten yüz çeviren kimsenin i’razına göre yüzlerini, yanlarını ve arkalarım döndürüp de zekatını vermedikleri o paraları cehennem ateşinde kızartılarak vücudları dağlanarak azâb verilir.
«Karun’a insaf gelmeyince biz Karun’u ve hanesini beraber yere batırdık. Karun’u biz yere batırınca Cenâb-ı Allah’ın gayri Karun’a yardım eder bir cemâat bulunmadı. Binâenaleyh Karun yardım görenlerden olmadı.» (Kasas Sûresi: 81)
Karun Musa Aleyhisselâm’ın amcazadesi idi ve Tevrat’ı çok okurdu. Nâs beyninde alim fâzıl olduğu halde Musa Aleyhisselâm’a münafıklık ederdi. Fakat sonra nifakını gizlemedi, âkıbet ızhar etti.
***
Hz. Ömer (r.a.)’ın kıymetli bir sözü:
«Bir kimse gündüz sâim ve gece ibadetle kâim olsa, hayır yapsa, cihada gitse, fakat sevdiğini Allah için sevip, sevmediğini Allah için sevmedikçe yaptığı ibadetlerden fayda göremez»
CİMRİLİK VE ZEKÂTTAN İ’RAZIN ÇİRKİNLİĞİ
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «Sahibi tarafından zekât hakkı verilmeyen deve, kıyamet gününde besili güçlü kuvvetli olduğu halde sahibi yanına gelerek ona musallat olup ayaklan ile sahibini çiğneyecek.» buyurmuştur.
Binâenaleyh zekâtım vermeyen zenginler kıyamet gününde şefâat-i nebeviyyeye iltica ettiklerinde buyurulacaktır ki: «Ben size hükm-i ilâhiyi tebliğ ettim. Şimdi sizin azabınızı tahfife me’zun değilim…»
Sahî olan kimse, sıkıntı içinde olan bir fakirin ihtiyacına, yardımına koşmakla gönlünde bir inşirah, kalbinde bir ferah bir inbisat husule gelir ki, bu inbisat vücudunun her tarafını istila eder.
Vakidî’nin beyânına göre en ziyade para ile tasadduk eden zât Abdurrahman bin Avf (r.a.)’dır. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ashabını sadaka ve zekât vermeğe teşvik buyurunca Abdurrahman bin Avf (r.a.) müfik olduğu sekizbin dirhem servetinin yansını, dörtbin dirhemini tassadduk etmiştir, ve: «Ya Resûlullah! Servetimin yarısını işte getirip Cenab-ı Hakk’a ikrâz ediyorum öteği yansını da aileme bıraktım» demiştir.
ESMAÜN NEBİ (S.A.V.)
Misbah (s.a.v.): Bütün sapıklık, küfür ve karanlığı nuru ile silip aydınlatan.
ZEKÂTI ALANIN VAZİFELERİ
1) Fakir, zekâtı alırken rızık ve ibadetle taatine yardımcı olmak için almalıdır. Niyeti, aldığını bu yolda kullanmak olmalıdır.
Bu nimeti Hakk’a kullukta harcamayıp O’na isyanda, gayri meşru yollarda heder ederse Allah (c.c.)’ın gazabına uğramayı hak eder.
2) Kişi, zekâtı verene dua ve teşekkür etmeli, yalnız bunu, zengini vasıta olmaktan ileri götürmemelidir.
Peygamberimiz (s.a.v.): «İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş sayılır.» buyurmuştur. (Tirmizî)
Zekâtı alan, aldığı şüpheliyse, ondan sakınmalıdır, haramdan ise ısrarla kaçınmalıdır.
Yine zekât ve sadakayı alan, sekiz sınıftan birine girmiyorsa almamalıdır. Aldığı miktardaki şüpheli kısımdan kaçınmalı ve kendisine mubah olanını almalıdır.
5) Zekâtı alan Şafîi mezhebine mensup ise zekâtı verene ne kadar zekât vereceğini sormalıdır. En çok sekizde birini alabilir. Fazlasını alamaz ve almamalıdır. Zekâtın tamamı sekiz sınıfın hakkıdır. Sekizde birini de üçe bölüp ona göre almalıdır.
Hanefî mezhebinde bu durum yoktur. Taksim edilmez ve tamamını bir sınıf alabilir.
ESMAÜN NEBİ (S.A.V.)
Münir (s.a.v.): Alemlerde bulunan nur, onun nurundan olduğu için bu ismi almıştır.
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER
Zekât, müslüman olmayanlara verilmez. Onlardan da ancak:
1( Yoksulluk çeken fakirlere,
2 — Hiç bir şeyleri bulunmayan düşkün miskinlere,
— Zekât işinde çalışanlara,
— Kalpleri müslümanlığa ısındırılacak, alıştırılacak olanlara,
— Esirlikten kurtulacak kölelere,
— Borç içinde kalmış borçlulara,
— Allah yolunda açılan cihâdlara katılanlara,
— Yurdundan ve servetinden uzak, yolda belde kalmış olanlara verilir.
(Tevbe: 60)
Zekât ve sadakanın, helâlinden temiz mallardan verilmesi gerekir.
Zekâtı verilmeyen malların akıbeti:
Zekât ve sadakası verilmeyen mallar, yok olmağa mahkûmdur.
Bir hadîs-i şerife göre: Her sabah iki melek inip birisi, «Yâ Rab! (Zekât ve sadakasını vererek) malını harcayana, harcadığının yerine yenisini ver! der. Öbürüsü de «Yâ Rab! (Zekat ve sadaka hakkını ödemeyerek) malını harcayana da malının telefini ver!» der.»
ESMAÜN NEBİ (S.A.V.)
Hûda (s.a.v.): İnsanları hak yoluna bütün gücüyle çağırıp, irşad edip cennete ulaştıran.
ZEKÂTTA TEMİZLİK VARDIR
Zekât; zengin Müslümanların, yıldan yıla belli ölçüsüne göre mallarının bir kısmını zekât niyetiyle ayırıp verilecek yerlere vermelerinden ibâret malî bir ibâdettir.
Hakikaten malının zekâtını veren, fukaraya muavenet ve yardımdan geri durmayan ihsan ve hayır ehlinin malının arttığı herkesçe musellem açık bir hakikattir. Bir fakirin gönlü hoşnut edierek yapılacak hayırın muhakkaktır ki Cenab-ı Hakk (azze ve celle) mükâfatını verir. Nitekim:
«Rızkınızdan sizin, infak ettiğiniz şeyin bedelini Allah Teâlâ hem dünyada ve hem de âhirette halk eder. İnfak olunan şeyin halefini yerine koyar ve halefsiz bırakmaz.» buyurulmuştur. Fukara hakkını esirgeyip vermeyen bahil (cimri) kimselerin malı, umulmadık afat ve zararlara dûçâr olduğu ve bazen de tamamen mahvolduğu görülmektedir.
Zekât’da bir taharet vardır. Bir servetin içinde fukara hakkı bulunursa bu hak o mal için âdeta manevî bir lekedir.
«Habibim! Servet sahiplerinin mallarından zekât al! Zekât onların mallarını temizler, vicdanlarını arıtır.» buyurulmuştur.
ESMAÜN NEBİ (S.A.V.)
Münzir (s.a v.): Asi ve fasık olanların kalbine korku getirici.
Seyyid (s.a.v.): Tüm yaratılmışların en yücesi.
ZEKÂTIN FARZİYETİNİN ŞARTLARI
— Zekat verecek kimse müslüman, hür, âkil ve baliğ olmalıdır. Bir gayri müslim zekât ile mükellef değildir.
— Zekât verecek kimse, havaici asliyesinden (zarurî ihtiyaç) ve borcundan başka nisap miktarı (80.14 gr. altın) veya daha ziyâde bir mala sahip olmalıdır.
— Zekâtın lüzumu için mal hakikaten veya hükmen artıcı bulunmalıdır.
— Zekâtın lüzumu için tam bir mülk bulunmalı yani mal elde olmalıdır.
— Zekâtın lüzumu için bir mal üzerinde tam bir sene geçmiş olmalıdır. Bu şart ilk defa zengin olan içindir. Zengin olan kimsenin yıl ortalarında kazandığı malın bir yıl beklemesi gerekmez. Zekât vereceği zamanki durumuna göre verir.
ZEKÂTIN SIHHATİNİN ŞARTLARI
— Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi.
— Zekâtta vekilin değil müvekkilin (zekât verenin) niyeti muteberdir.
— Bir kimse fakirlere bir müddet tasadduktan sonra “Şu müddet içerisinde tasadduk ettiğim şeylerin zekâtından olmasına niyet ettim.” demesi kifayet etmez.
— Bir kimse, zekâtı icap eden bir malın bir miktarını bir fakire hibe etse bu miktara isabet eden zekât sâkit olur (İslâm ilmihali, Sh. 334)
TİCARET MALLARININ ZEKÂTLARI
Her nev’i ticaret mallan zekâta tâbidir. Ticaret malları, uruz denilen meta, kumaş gibi her çeşit eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa, pirinç gibi hububattan, demir, bakır, kalay gibi mevzunattan, koyun, deve, at gibi hayvanattan, hane, han, dükkan gibi akarattan da olabilir.
Sene başlangıcında nisab’a (80.14 gr. altın değeri) ulaşan ticaret mallarının zekâtı için sene nihayetindeki kıymetlerine itibar olunur. Sene sonu değerine göre zekât verilir. Sene sonu değeri bulunduğu yerdeki piyasaya göre takdir edilir.
Başlangıçta ticaret niyetiyle satın alınmamış olan bir mal, ileride satılmak üzere saklanırsa bu bir ticaret malı sayılmaz.
Ticaret için; yani alıp satmak için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır.
Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti sene nihayetinden sonra artacak veya eksilecek olsa buna bakılmaz. Sene sonundaki kıymetine göre zekât verilir. (İslâm İlmihali, Sh. 344)
ZEKÂTI NE ZAMAN VERMELİYİZ?
Her müslüman, malının nisap miktarının ne zaman geçtiğini bilemeyebilir. Bu münasebetle senenin belirli bir zamanını zekât için tayin etmelidir. Bu davranış sünnettir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Şaban ayını tayin etmiştir. Böylece müslümanların Ramazana daha kuvvetli ve huzur içerisinde girmesi sağlanmıştır.
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR
Zekât, müslüman fakirlere, miskinlere, borçlulara, yolculara, mükâteplere, mücâhidlere, âmillere verilir.
Fakir: Nisap miktarı fazla bir mala sahip olmayan kimsedir. Haceti asliyye (zarurî ihtiyaç) sinden olmak üzere evi, eşyası, borcuna karşılık parası olsa bile fakirdir.
Miskin: Hiçbir şeye malik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
Borçlu: Borcundan fazla nisap miktarı mala mâlik olmayan kimse.
Yolcu: Malı beldesinde kalıp elinde bir şey bulunmayan kimse.
Mükâtep: Bedel mukabilinde âzâd edilmek üzere efendisiyle bir mukavele yapmış olan köle veya câriye demektir.
Mücâhid Allah Teâlâ (c.c.) yolunda gönüllü olarak cihâda iştirak etmek istediği halde nafakadan silah ve saireden mahrum olan gazi demektir.
Âmil: Veliyy’ül emir tarafından emvali zahirenin zekâtını toplamaya memur edilen kimsedir.
Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usul ve furûuna yani, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez. (İslâm ilmihali, Sh. 358)
ZEKATIN FARZİYETİNİN ŞARTLARI
— Zekât verecek kimse müslüman, hür, âkil ve baliğ olmalıdır. Bir gayri müslim zekât ile mükellef değildir.
— Zekât verecek kimse, havaici asliyesinden (zarurî ihtiyaç) ve borcundan başka nisap miktarı (80.14 gr. altın) veya daha ziyâde bir mala sahip olmalıdır.
— Zekâtın lâzumu için mal hakikaten veya hükmen artıcı bulunmalıdır
— Zekâtın lüzumu için tam bir mülk bulunmalı yani mal elde olmalıdır.
— Zekâtın lüzumu için bir mal üzerinde tam bir sene geçmiş olmalıdır. Bu şart ilk defa zengin olan içindir. Zengin olan kimsenin yıl ortalarında kazandığı malın bir yıl beklemesi gerekmez. Zekât vereceği zamanki durumuna göre verir.
ZEKÂTIN SIHHATİNİN ŞARTLARI
— Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi.
— Zekâtta vekilin değil müvekkilin (zekât verenin) niyeti muteberdir.
— Bir kimse fakirlere bir müddet tasadduktan sonra “Şu müddet içerisinde tasadduk ettiğim şeylerin zekâtından olmasına niyet ettim.” demesi kifayet etmez.
— Bir kimse, zekâtı icap eden bir malın bir miktarını bir fakire hibe etse bu miktara isabet eden zekât sâkit olur.
(Ö.N. Bilmen, İslâm İlmihali, Sh.: 334)
ZEKATI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
1 — Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allah-û Teâlâ’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır. Zengin vasıtasıyla Allah-û Teâlâ’dan aldığını, kendisine rızık ve ibâdetine yardımcı olarak alsın. Aldıklarını hiç olmazsa mubah yerlerde harcasın. Eğer aldığını isyanda harcarsa küfrân-ı ni’met ederek Allah-û Teâlâ’nın gazabına uğramayı ve rahmetinden uzak olmayı hak eder.
— Zekât verene teşekkür etmek, dua etmek ve onu övmektir. «İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah (c.c.)’a şükretmemiş sayılır.» buyrulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
— Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helâl değilse ondan sakınmalıdır. Haramdan kaçman kimseye Allah-û Teâlâ, helâldan kapı açar. Zâlimlerden, haraç toplayan kimselerden mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekât sadaka alınmamalıdır.
( Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mubah olan miktarı almalı.Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lâzım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazlasını yine almamalıdır.
— Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır
(İhyâu Ulûmi’d-din, C. l, Sh.: 618-621)
ZEKÂT
Zekât, İslâm’ın beş şartından, birini teşkil eder ve farzdır. Zekâtın önemi pek büyüktür. Zekâtı veren bu mühim ibadeti yapmakla mallarını temizlemiş ve kimmiş olur. Bütün ibâdetlerde olduğu gibi zekat’da Allah (c.c.) rızası için verilir. Zekâtın alenî verilmesi daha efdaldir Çünkü böyle yapılınca suizandan kurtulunmuş ve diğer müslümânlara örnek olunmuş olur. Zekât farz olduğundan, buna rîyâ carî olmaz. Yalnız nafile, sadaka ve hayırlar gizli yapılmalıdır. Bu ibâdetlerde riyadan (gösterişten) kaçınılmalıdır.
Zekâtın farziyetinin ve sıhhatinin şartlan vardır. Zekât; müslüman, hür, âkil ve baliğ olana farzdır. Bu sıfatları üzerinde bulundurana da ancak havaici asliyesinden, (zaruri ihtiyaçlarından) ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip olması halinde zekât, farz olur. Bu kadar malı olmayana zekât farz olmaz.
Zekât hususunda nisap şöyledir: Altın (20) miskal, gümüş (200) dirhem (veya bunların değerinde para)dır. Koyun ve keçi (40) adet, sığır ve manda otuz, deve ise beş adettir.
Bu Ramazan ayında müslümanlar kendilerini tartmalı ve zekât, düşüyor ise gecikmeden yerli yerinde zekâtı vermelidirler. Kendi bilmiyorsa bilenlere sormalıdırlar.
Fakiri kurtarmak ve zengine özendirmemek için zekâtı tatbik etmeliyiz. İçtimaî dengesizliği ve eşitsizliği de böylece gidermiş oluruz.
ZEKAT
Zekât, İslam’ın beş şartından birini teşkil eder ve farzdır. Zekâtın önemi pek büyüktür. Zekâtı veren bu mühim ibâdeti yapmakla mallarını temizlemiş ve korumuş olur. Bütün ibâdetlerde olduğu gibi zekât da Allah (c.c.) rızâsı için verilir. Zekâtın alenî verilmesi daha efdaldir. Çünkü böyle yapılınca suizandan kurtulmuş ve diğer müslümanlara örnek olunmuş olur. Zekât farz olduğundan buna rîyâ carî olmaz. Yalnız nafile sadaka ve hayırlar gizli yapılmalıdır. Bu ibadetlerde riyadan (gösterişten) kaçınılmalıdır.
Zekâtın farzıyetinin ve sıhhatinin şartları vardır Zekât; müslûman, hür, âkil ve baliğ olana farzdır. Bu sıfatları üzerinde bulundurana da ancak havai-i asliyesinden (zaruri ihtiyaçlarından) ve borcundan başka nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip olması halinde zekât farz olur. Bu kadar malı olmayana zekât farz olmaz.
Zekât hususunda nisap şöyledir: Altın 20 miskal (80.14 gr), gümüş (200) dirhem (veya bunların değerinde para)dır. Koyun ve keçi (40) adet, sığır ve manda otuz, deve ise beş adettir.
Bu Ramazan ayında müslümanlar kendilerini tartmalı ve zekât vermelidirler. Kendi bilmiyorsa bilenlere sormalıdırlar.
Fakiri kurtarmak ve zengine özendirmemek için zekâtı ihmal etmemeliyiz, îçtimaî dengesizliği ve eşitsizliği de böylece gidermiş oluruz.
ZEKÂTIN FARZİYETİNİN ŞARTLARI
Zekât verecek kimse müslüman, hür, âkil ve baliğ olmalıdır. Bir gayri müslim, zekât ile mükellef değildir.
Zekât verecek kimse, havaici asliyesinden (zarurî ihtiyaç) ve borcundan başka nisap miktarı (80.14 gr. altın) veya daha ziyâde bir mala sahip olmalıdır.
Zekâtın lüzumu için mal hakikaten veya hükmen artıcı bulunmalıdır.
Zekâtın lüzumu için tam bir mülk bulunmalı yani mal elde olmalıdır.
Zekâtın lüzumu için bir mal üzerinde tam bir sene geçmiş olmalıdır. Bu şart ilk defa zengin olan içindir. Zengin olan kimsenin yıl ortalarında kazandığı malın bir yıl beklemesi gerekmez. Zekât vereceği zamanki durumuna göre verir.
ZEKATIN SIHHATİNİN ŞARTLARI
Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi.
Zekâtta vekilin değil müvekkilin (zekât verenin) niyeti muteberdir.
Bir kimse fakirlere bir müddet tasadduktan sonra “Şu müddet içerisinde tasadduk ettiğim şeylerin zekâtından olmasına niyet ettim” demesi kifayet etmez.
4- Bir kimse, zekâtı icap eden bir malın bir miktarını bir fakire hibe etse bu miktara isabet eden zekât sâkit olur.
(Ö.N.Bilmen, İslâm İlmihali, Sh.: 334)
ZEKÂTA DAİR
Ticaret mallarında zekât vardır.
Zekât olarak bir malın kıymetini vermek caizdir.
Zekâtı ayet-i kerimede bildirilen sekiz sınıf muhtaçlardan birine vermek caizdir.
Hükümet reisinin (İslami hükümetin reisi) tensibi ile bir senenin zekatını tehir etmek caizdir.
Zekâtı vaktinden evvel vermek caizdir.
6- Harp aleti ile elbise gibi devamlı istifadeye elverişli şeylerle at, deve ve köleleri vakfetmek caizdir.
Hükümdar, zekat toplamak için memurlar tayin edebilir. Yalnız bunların emin olmaları ve bu işi bilmeleri şarttır.
Vaktiyle fakir iken, sonra zengin olan gafillerle Allah (c.c.)’ın nimetlerine karşı şükranda bulunmaya tenbih caizdir.
Farz olan zekâtı vermeyenleri ta’yîb (ayıplamak) ve bunu onların arkasından söylemek caizdir.
10- Hükümdar, teb’asından bazılarının borcunu üzerine alabilir.
11- Yeri gelince özür beyan etmek caizdir.
Vakıf mallarında zekat yoktur.
Küfrân-ı nimette bulunan bir kimseye ta’rizde bulunmak caizdir.
(S.Müslim Şerhi, C. 5 /290)
***
Beş şey gönlü öldürür
1- Çokyemek,
2- Çok uyumak,
3- Çok konuşmak,
Çokgübnek,
Rızk için çok endişe etmek
Haram vemek imanı sürer, kalbi karartır.
(Dört Büyük Halife, Sh: 296)
ZEKATI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allahu Teâlâ (c.c.)’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır. Zengin vasıtasıyla Allahu Teâlâ(c.c.)’dan aldığını, kendisine rızık ve ibadetine yardımcı olarak alsın. Aldıklarını hiç olmazsa mubah yerlerde harcasın. Eğer aldığını isyanda harcarsa küfrân-ı ni’met ederek Allahu Teâlâ(c.c.)’nın gazabına uğramayı ve rahmetinden uzak olmayı hak eder.
Zekat verene teşekkür etmek, dua etmek ve onu övmektir. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah (c.c.)’a şükretmemiş sayılır.” buyurulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helâl değilse ondan sakınmalıdır. Haramdan kaçınan kimseye Allah-ü Teâlâ (c.c.), helalden kapı açar. Zalimlerden, haraç toplayan kimselerden mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekât, sadaka alınmamalıdır.
Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mubah olan miktarı almalı. Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lâzım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazlasını yine almamalıdır.
Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır.
(İhyâu Ulûm’id-din, C.1, Sh.: 618-621)
TİCARET MALLARININ ZEKÂTLARI
Her nev’i ticaret malları zekata tâbidir. Ticaret malları, uruz denilen meta, kumaş gibi her çeşit eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa, pirinç gibi hububattan, demir, bakır, kalay gibi mevzunatttan, koyun, deve, at gibi hayvanattan, hane, han, dükkan gibi akarattan da olabilir.
Sene başlangıcında nisab’a (80.14 gr altın değeri) ulaşan ticaret mallarının zekatı için sene nihayetindeki kıymetlerine itibar olunur. Sene sonu değerine göre zekat verilir. Sene sonu değeri bulunduğu yerdeki piyasaya göre takdir edilir.
Başlangıçta ticaret niyetiyle satın alınmamış olan bir mal, ileride satılmak üzre saklanırsa bu bir ticaret malı sayılmaz.
Ticaret için; yani alıp satmak için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır.
Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti sene nihayetinden sonra artacak veya eksilecek olsa buna bakılmaz. Sene sonundaki kıymetine göre zekât verilir.
(Ö.N.Bilmen, İslam İlmihali, Sh.: 344)
***
ZEKATI NE ZAMAN VERMELİYİZ?
Her müslüman, malının nisap miktarının ne zaman geçtiğjni bilemeyebilir. Bu münasebetle Hicri senenin belirli bir zamanını zekat için tayin etmelidir. Bu davranış sünnettir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Şaban ayını tayin etmiştir. Böylece müslümanlann Ramazana daha kuvvetli ve huzur içerisinde girmesi sağlanmıştır.
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR
“Cenab-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: “Sadaka ancak fukaraya, miskinlere, zekât tahsildarlarına ve müellefe-i kulûba, âzâd olunması için köleye ve borçlulara, fisebilillah askerlere, yolculara verilmek üzere Allah Teâlâ Hazretleri tarafından emrolunmuş farizadır. Zira Allah Teâlâ zekâtın masrafını bilir ve ilminin muktezasıyla hükmeder.” (Tevbe 60)
Birincisi fakirlerdir, ki ihtiyaçlannın şiddetine binaen Cenabı Hakk -azze ve celle- birinci derecede zekâtı fakirlere vermek üzere takdim buyurmuştur. Bir kimse zekâtını kendi zevcesine, anasına, babasına, dedesine, ninesine ve çocuklarına ve torunlarına veremez. Çünkü onların nafakası zaten üzerine borçtur. Zekâtı fukaradan olan akrabaya vermek efdaldir.
İkinci derecede miskinlerdir ki, bunlar da bir miktar kazanç veya san’atları var ise de ihtiyaçtan kâfi gelmeyip sıkıntılı kimselerdir.
Zekât üçüncü derecede zekât tahsildarlarına, dördüncü derecede müellefe-i kulûba, beşinci derecede azad olunacak kölelere verilir ki bunlar da zamanımızda yoktur.
Altıncı derecede borçlu kimselerdir. Malları masraflarına kâfi gelmeyen kimseler veyahud alacağı var ise de tahsili mümkün olmayan kimselerdir.
Yedincisi, Allah Teâlâ Hazretleri rızası yolunda cihad eden asâkir-i İslâmiyenin ihtiyaçlarını temin için verilir. Zekâtın sekizinci mertebesi de misafirler, yoksullardır. Her ne kadar memleketinde malı var ise de vatanından uzak düşüp garib olan kimselerdir. Bu gibilere de zekât verilebilir.
ZEKÂTIN FARZİYETİNİN ŞARTLARI
Zekât verecek kimse, müslüman, hür, âkil ve baliğ olmalıdır. Binaenaleyh gayri müslimlere, köle ve cariyelere, mecnunlara, çocuklara zekât farz değildir.
Zekât verecek kimse, havaici asliyesinden ve borcundan başka nisap miktarı veya daha ziyade bir mala mâlik bulunmalıdır. Binaenaleyh bu kadar malı olmayan kimseye zekât farz olmaz.
“Nisap”, şer’i şerifin bir şey hakkındaki miyar, alâmet tayin etmiş olduğu miktardır. Şöyle ki: Zekât hususunda altının nisabı yirmi miskal, görmüşün nisabı iki yüz dirhem, koyun ile keçinin nisabı kırk, sığır ile mandanın nisabı otuz, devenin nisabı da beştir.
“Havaici asliye”den maksat da, mesken ile haneye lüzumlu eşyadan ve kışlık, yazlık elbise ile lüzumlu silahtan, aletten, kitaptan ve binek hayvanı ile hizmetçi, köle ve cariyeden ve bir aylık-sahih görülen diğer bir kavle göre bir senelik-nafakaya mahsus erzaktan ibarettir. Borca mukabil elde bulunan nakit de bu hükümdedir.
Zekâtın lüzumu için mal, hakikaten veya hükmen nami=artıcı bulunmalıdır. Binaenaleyh nami olmayan mallardan zekât lazım gelmez. Velev ki nisap miktarından fazla olsun.
Zekâtın lüzumu için tam bir mülk bulunmalı, yani bir malda mülkiyet ile vaz’iyed=elde bulundurma içtima etmelidir.
Zekâtın lüzumu için bir mal üzerinden, tam bir sene geçmiş bulunmalıdır ki, buna (havli hevelan) denir.
(Büyük İslam İlmihali Ömer Nasuhi Bilmen Sh. 333)
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR
Zekât, müslüman fakirlere, miskinlere, borçlulara, yolculara, mükâteplere, mücâhitlere, âmillere verilir.
Fakir: Nisap miktarı fazla bir mala sahip olmayan kimsedir. Haceti asliyye (zarurî ihtiyaç) sinden olmak üzere evi, eşyası, borcuna karşılık parası olsa bile fakirdir.
Miskin: Hiçbir şeye malik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
Borçlu: Borcundan fazla nisap miktarı mala mâlik olmayan kimse.
Yolcu: Malı beldesinde kalıp elinde bir şey bulunmayan kimse.
Mükâtep: Bedel mukabilinde âzâd edilmek üzere efendisiyle bir mukavele yapmış olan köle veya câriye demektir.
Mücâhid: Allah Teâlâ (c.c.) yolunda gönüllü olarak cihâda iştirak etmek istediği halde nafakadan silah ve saireden mahrum olan gazi demektir.
Âmil: Veliyy’ül emir tarafından emvali zahirenin zekâtını toplamaya memur edilen kimsedir.
Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usul ve furûuna yani, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez.
(İslâm İlmihali, Sh. 358)
ZEKÂT
Zekât, yıllık malî ibadettir. Zengin Müslümanların yıldan yıla mallarının kırkta birini yoksul Müslümanlara vermelerinden ibarettir.
Zekât, artma ve temiz olma anlamlarından türemiş bir kelimedir. Nitekim bir âyette: “İnfak ettiğiniz hayrın (malın) yerine O, başkasını verir” buyurularak zekâtın malın artma ve bereketlenme vesilesi olduğu, aynen temizliği sağladığı da bildirilmiştir.
Temizlik, malla ilgili olup ondan hakkullahı ayırıp müstahak olanlara (zekât hakkı olanlara) verilmesiyle malı (başkasının hakkının karışmış olmasından) temizlediği gibi, zekât veren için de bir temizliktir, zira onu cimrilik ve Allah (c.c.)’ın emrine muhalefet etmekten temizler.
Kulun, kulluğundnki sadakatına delalet ettiğinden dolayı zekâta, dinî bir terim olarak “sadaka” da denilmiştir. Nitekim âyette “Sadakalar, zekâtlar fakirlerin hakkıdır” diye buyurulmuştur. Bu âyette sadakalar, zekâtlar demek olduğu gibi, “onların mallarından kendilerini, temizleyecek ve tezkiye edecek sadaka al” âyetinde de “sadaka”, zekât anlamındadır.
Zekât oruç gibi Hicretin ikinci yılında ve oruçtan önce farz kılınmıştır. Fetva verilen görüşe göre farz olması fevridir. Mazeretsiz olarak onu geciktiren kimse günahkâr olur ve şahitliği kabul edilmez, reddedilir.
(Nimet-i İslâm, S. 615)
ZEKÂT’IN ÖNEMİ
Hz. Resûlullah (s.a.v.):
“İslâm (dini) beş (esas) üzerine kurulmuştur. Şehadet kelimesi, namazı ikame etmek ve zekât vermek…” buyurmuştur.
Allahü Teâlâ (c.c.) zekâtını tamamen vermeyenler hakkında şiddetli veid olarak: “Onlar ki altın ve gümüşü kenz edip (istif edip saklarlar) Allah uğrunda infâk etmez (zekâtlarını vermez) ler, iste onları elem verici azâb ile müjdele”, (Tevbe: 34) buyurmuştur.
Ahmed bin Kays diyor ki, ben Kureyş’den bir kaç şahıs ile bir arada bulunuyordum. Ebu Zer (r. a.) gelerek, “paralarını hazine edip zekâtlarını vermeyenlerin arkalarından vurulup yanlarından çıkacak, enselerinden itilip alınlarından çıkacak olan kızgın demir ile onları müjdele” demiştir.
Bir rivayette bu kızgın demir başından sokulup iki omuzu arasından ve iki omuzu arasından sokulup memesi ucundan titreyerek çıkacaktır. Ebu Zer (r.a.) devam ederek diyor ki: Oradan Rasûlullah (s.a.v.)’ın yanına gittim. O (s.a.v.) da Kabe’nin gölgesinde oturuyordu. Beni gördüğü vakit:
“Kabe’nin Rabbine yemin olsun. Onlar en büyük hüsrandadır.” Ebu Zer(r.a.) soruyor:
( Kimdir onlar yâ Rasûlullah? Peygamber(s.a.v.) Efendimiz:
( “Zenginler, bol mal ve servete sahip olanlardır. Ancak önlerinden ardlarından, sağlarından, sollarından verenler müstesna. Halbuki onlar da azdır. Zekâtı verilmeyen koyun, inek ve deve gibi hayvanlar; kıyâmet gününde daha semiz ve besili olduğu halde sahibini boynuzuyla sürecek ve tırnakları ile çiğneyeceklerdir. Biri gidince diğeri gelecek ve hesap faslı bitinceye kadar bu böyle devam edecektir.” buyurmuştur.
(İmam Gazâlî, İhya u-Ulumid-Din, C.1/576)
ZEKÂTIN SIHHATİNİN ŞARTI
Verilen bir zekâtın sahih olması için zekât niyetine mukarin olması şarttır. Bu esas üzerine şu meseleler teferru eder.
Zekâtı fakire verirken veya zekât için bir mal ayırırken bunun zekât olduğuna kalben niyet edilmesi lâzımdır. Dil ile söylemesi lâzım değildir.
Bir mal, fakire niyetsiz olarak verildiği takdirde bakılır. Eğer henüz fakirin elinde mevcut ise zekâta niyet edilmesi caizdir. Fakat elinden çıkmış ise niyet edilmesi kifayet etmez.
Zekâtta vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti muteberdir.
Zekât vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın fakirlere vakit vakit bir şeyler verdiği halde hatırına niyet gelmezse bunlar, zekâtına mahsup edilmez. Fakat fakire böyle bir mal verirken “bunu niçin veriyorsun?” gibi bir suale düşünmeksizin hemen “zekât olarak veriyorum” diyebilecek bir halde bulunursa bu, niyet mesabesinde olur.
Bir kimse fakirlere bir müddet tasaddukta bulunduktan sonra “Şu müddet içinde tasadduk ettiğim şeylerin zekâtından almasına niyet ettim” demesi kifayet etmez.
Bir kimse elinde bulunan bir malı zekâta niyet etmeksizin büsbütün tasadduk etse bunun zekâtı kendisinden düşmüş olur. Gerek nafile sadakaya niyet etmiş olsun ve gerek olmasın müsavidir.
Bir kimse, zekâtı icap eden bir malın bir miktarını bir fakire hibe etse bu miktara isabet eden zekât, kendisinden sakıt olur.
(Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, sh. 334)
ZEKÂTI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allah-ü Teâlâ’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır. Zengin vasıtasıyla Allah-ü Teâlâ’dan aldığını, kendisine rızık ve ibâdetine yardıma olarak alsın. Aldıklarını hiç olmazsa mubah yerlerde harcasın. Eğer aldığını isyanda harcarsa küfrân-ı ni’met ederek Allah-ü Teâlâ’nın gazabına uğramayı ve rahmetinden uzak olmayı hak eder.
Zekât yerene teşekkür etmek, dua etmek ve onu övmektir. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş sayılır.” buyrulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyükgörmek.
Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helâl değilse ondan sakınmalıdır. Haramdan kaçınan kimseye Allah-ü Teâlâ, helâlden kapı açar. Zâlimlerden, haraç toplayan kimselerden, mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekât, sadaka alınmamalıdır,
Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mubah olan miktarı almak. Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lâzım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazlasını yine almamalıdır.
Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır.
(İhyâu Ulûmi’d-din, C.1, Sh.: 618-621)
TİCARET MALLARININ ZEKÂTLARI
Her nev’i ticaret malları zekâta tâbidir. Ticaret malları, uruz denilen meta, kumaş gibi her çeşit eşyadan olabileceği gibi buğday, arpa, pirinç gibi hububattan, demir, bakır, kalay gibi mevzunattan, koyun, deve, at gibi hayvanattan, hane, han, dükkân gibi akarattan da olabilir.
Sene başlangıcında nisab’a (80.14 gr. altın değeri) ulaşan ticaret mallarının zekâtı için sene nihayetindeki kıymetlerine itibar olunur. Sene sonu değerine göre zekât verilir. Sene sonu değeri bulunduğu yerdeki piyasaya göre takdir edilir.
Başlangıçta ticaret niyetiyle satın alınmamış olan bir mal, ileride satılmak üzere saklanırsa bu bir ticaret malı sayılmaz.
Ticaret için; yani alıp satmak için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır.
Ölçülür, tartılır veya sayılır şeylerden olan bir ticaret malının kıymeti sene nihayetinden sonra artacak veya eksilecek olsa buna bakılmaz. Sene sonundaki kıymetine göre zekât verilir.
(Ö. N. Bilmen, B. İslam İlmihali, S. 344)
ZEKÂTI NE ZAMAN VERMELİYİZ?
Her müslüman, malının nisap miktarını ne zaman geçtiğini bilemeyebilir. Bu münasebetle Hicrî senenin belirli bir zamanını zekât için tayin ermelidir. Bu davranış sünnettir. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Şaban ayını tayin etmiştir. Böylece müslümanların Ramazana daha kuvvetli ve huzur içerisinde girmesi sağlanmıştır.
AKŞEMSEDDÎN (K.S.) HAZRETLERİ
Akşemseddîn hazretleri (1390-1459), Şam’da doğdular. Babası Şeyh Hamza ile gelip Amasya Kavak ilçesine yerleşti. Tam adı: Akşemseddîn Mehmed bin Hamza’dır. Küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi hıfzeyledi. Tahsîlini tamamlayıp Osmancık medresesine müderris oldular. Tasavvufa meyli, O’nu intisâb için Haleb’e Zeynüddin Hafî hazretlerine götürdü. Fakat ma’nevî bir işâretle geri dönüp Ankara’da Hacı Bayrâm-ı Velî hazretlerine intisâb etti. Kısa sürede makâm-ı irşâda yükseldi. Beypazarı’na yerleşip va‘z ve irşâda başladı. Sonra İskilip’te Evelek’e oradan da Göynük’e gitti ve orada dâr-ı bekâyı teşrîf eyledi. Türbeleri oradadır. Zamanının kutbu olup diğer meşâyih ve ulemâ ile İstanbul’un fethinde bulundu. (Müneccimbaşı Târihi)
İSTANBUL’UN FETHİNE DÂİR
AKŞEMSÜDDÎN HAZRETLERİNİN KEŞİF,
KERÂMET VE DUÂLARI
Sultân Mehmed Hân, Şeyh’i da‘vet eyledi. Meğer Şeyh, sofîlere ısmarlamıştı ki “Benim üzerime hiç kimse koma-yasız.” Pâdişâh, Şeyh gelmeyince gazâb eyledi. Kalktı Şeyh’in çadırına geldi. Çadır sıkı sıkıya örtülmüş. Hançerini çıkarıp çadırı bir mikdâr şakk eyledi (yırttı). İçeri baktı. Gördü; çadırın içinde yaygı yok, safî toprak. O toprak üzerine Şeyh, namaza durup secdeye varmış. Tâcı mübârek başından düşmüş. Başının ak saçı nur gibi şa’şaa vermiş. Mübârek saçını sakalını ve yüzünü toprağa bulamış. Gözünden yaş akar. Sofra kadar yer yaş olmuş, münâcaat eyler. Şeyh’in bu hâlini ve bu nâlişini görüp dehşetnâk oldu (korktu). Döndü makamına geldi. Kal‘aya nazar eyledi. Gördü asker-i İslâmın (İslâm askerinin) önünde ak abalar giyinmiş bir tâife (bölük) Hisâr’a (İstanbul surlarına) koyuldular (hücûm ettiler). Hemen o saat kal‘a (İstanbul) fetholundu.
(Hüseyin Enîsî, Menâkıb-ı Akşemsüddîn, V.9a-10b,
Süleymâniye Kütübhânesi, Hacı Mahmûd Efendi Bölümü, Nu: 4666)
ZEKÂT
Allâhü Te‘âlâ zekâtı da İslâm’ın esâslarından kabul ederek müteaddid âyetlerde İslâm’ın en büyük alâmetlerinden olan namaz ile beraber zikretmiştir ve: “Namazı ikâme edin ve zekâtı verin.” (Bakara s. 110) buyurmuştur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de: “İslâm (dîni) beş (esas) üzerine kurulmuştur. Şahâdet kelimesi, namazı ikâme etmek ve zekât vermek…” buyurmuştur.
Allahü Te‘âlâ zekâtını tam vermeyenler hakkında şiddetli bir uyarı ile: “Onlar ki altın ve gümüşü kenz edip (istif edip saklarlar) Allâh uğrunda infak etmez (zekâtlarını vermez)ler, işte onları elem verici azâb ile müjdele.” (Tevbe s. 34) buyurmuştur.
Ahnef bin Kays diyor ki, ben Kureyş’ten birkaç şahısla bir arada bulunuyordum. Ebû Zerr (r.a.) gelerek: “Paralarını hazîne edip zekâtlarını vermeyenlerin arkalarından vurulup yanlarından çıkacak, enselerinden vurulup alınlarından çıkacak olan kızgın demir ile onları müjdele.” demiştir. Bir rivâyette bu kızgın demir başından sokulup iki omzu arasından ve iki omzu arasından sokulup memesi ucundan titreyerek çıkacaktır. Ebû Zerr (r.a.) devâm ederek diyor ki: Oradan Resûlullâh (s.a.v.)’in yanına gittim. O da Kâ‘be’nin gölgesinde oturuyordu. Beni gördüğü vakit: “Kâ‘be’nin Rabbine yemin olsun. Onlar en büyük hüsrandadır.” Ebû Zerr (r.a.) soruyor: “Kimdir onlar yâ Resûlallâh (s.a.v.)?” Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Zenginler, bol mal ve servete sâhip olanlardır. Ancak önlerinden ardlarından, sağlarından sollarından verenler müstesnâ. Hâlbuki onlar da azdır. Zekâtı verilmeyen koyun, inek ve deve gibi hayvanlar; kıyâmet gününde daha semiz ve besili olduğu halde sâhibini boynuzu ile sürecek ve tırnaklarıyla çiğneyeceklerdir. Biri gidince diğeri gelecek ve hesap faslı bitinceye kadar bu böyle devâm edecektir.” buyurmuştur. (Huccetü’l İslâm İmâm-ı Gazâlî (rh.a.),
İhyâ u ‘Ulûmi’d-dîn, 1.c., 576-577.s.)
21
ZEKÂT GÖNÜL FERAHLIĞI İLE VERİLMELİDİR
“İnfaklarının kabul edilmesine mâni olan (başka birşey değil), sırf Allâh’ı ve Resûlünü inkâr edip, nâmaza üşene üşene gelmeleridir. Onlar, ancak isteksiz olarak infakta bulunurlar.” (Tevbe s. 54)
Âyet-i kerimedeki “Onlar, ancak isteksiz olarak infakta bulunurlar…” buyruğunun ma‘nası, “Onlar, Allâh’a itaat maksadıyla infak etmeyip, aksine zahirî bir menfaat gözettikleri için infâkta bulunurlar.” şeklindedir. Bu böyledir, zira onlar, infâkı, boşa yapılmış bir harcama ve bir ziyan addederler ki, bu da, zekât verirken ya da Allâh yolunda bir harcamada bulunulurken, nefsin hoşnut olması gerektiğini gösterir. Zira Allâhü Te‘âlâ, münafıkları, infâki gönülden istemeyip kerih görmelerinden dolayı kınamıştır. Bu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “mallarınızın zekâtını, gönülleriniz hoşnut olarak veriniz” hadisinin ifade ettiği husustur. Binâenaleyh bir kimse, zekâtını, hoş karşılamayarak, istemeye İstemeye verirse, bu küfür ve nifak alâmetlerinden olmuş olur. Musannif (Râzî), sözünü şöyle sürdürmektedir; “Bu bahislerin neticesi, tâatların özünün, onları sırf kulluk maksadıyla yapmak ve taâtta tam inkıyâd içinde bulunmak olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh, şayet kişi bu tâatlarını bu maksatla yapmazsa, onda herhangi bir fayda olmaz; aksine çoğu kez bu, yapan üzerine bir yük olmuş olur.
(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, 12.c., 22.s.)
“Onların malında ihtiyacını arz eden ve arz edemeyen yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyat s. 19) âyetine göre zekât, zenginin malında fakirin hakkıdır. Bu hak çıkarılmak zorundadır. Zekâtı verilmeyerek fakirin hakkı kalan mal, o maldan yiyenleri ma‘nen zehirleyen bir şeydir. Allâh (c.c.): “Mü’minlerin mallarından, kendilerini temizleyen, mallarına bereket veren zekâtı al.” (Tevbe s. 103) buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Zekât vererek mallarınızı kale içine alınız.” buyurmuştur.
ZEKÂT VE ÖNEMİ
Halik ile mahlûk arasında bir bağ olan, yalnız Halik ile mahlûk arasındaki hususlara teallûk eden, cemiyet nizamı için en büyük fâideyi hâiz bulunan, namâzdan sonra İslâmî ibâdetlerin en mühimmi ve ikinci rüknü, zekâttır.
Zekât, insanlar arasında dert ortaklığının ve birbirine yardımın ismidir. Bunun en mühim faidesi cemiyet nizamının ayakta tutunması için mâlî sermayeyi te‘min etmektir. Zekâtın ikinci ismi sadakadır. Bu ıtlakın sebebi her çeşit malî, cismanî, yardım ve iyiliktir. Ancak fıkıh ıstılahında zekât, yalnız malî yardıma denir ki bu, her müslümana, mâlî kudreti muayyen bir miktarı bulunca vacib olur.
İslâm tâliminde, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sahife-i vahyinde zekât farizası namâzla birlikte bütün farizalardan daha mühim olarak zikredilmiştir. Bu iki farizanın birbirinin lâzım ve melzumu olmaları, birbirine bağlı bulunmaları şu hakikati ortaya çıkartmaktadır ki İslâmda Hukukullahın yanı başında hukuk-ı ibad (kul hakkı) dahi aynı ölçüdedir. Kur’an-ı Kerim’in neresinde namâzdan bahsedilmişse akabinde zekât da beyan edilmiştir.
Hicretin 9’uncu senesinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Hazret-i Muaz (r.a.)’i İslâm da‘vetcisi tâyin ederek Yemen’e gönderdikleri zaman, islâm dîninin ferâizini şu sûretle tertib etmişlerdi: “İlk önce tevhide da‘vet edilecek, bu anlaşıldıktan sonra her gün beş vakit namâz farizasının edası üzerinde durulacak, bu da anlaşıldıktan sonra servet sahiplerinin fakirlere birşey vermek üzere Hakk Te‘âlânın onların malları üzerinde zekâtı farz kıldığı bildirilecekti.” (Buhârî)
Hulâsa zekât, yahut başka tâbirle gariblerin hâline çare bulmak, fakirlere el uzatmak, yolculara yardım etmek, yetimlerin halini sormak, dul kadınlara muavenet, köle ve esirlere yardım eli uzatmak, namâzdan sonra İslâm ibâdetlerinin ikinci rüknü olduğunu, bu farîzanın niçin her şeyden ehemmiyyetli bulunduğunu da “Dinler Tarihi” kitablarında görürüz.
(Seyyid Süleyman Nedvi,
Asrı Saadet Peygamber (s.a.v.)’in Tebliğat ve Talimatı, Terc. Ali Genceli, 3.c.,1071-1177,s.)
ZEKÂT VERİLMESİ CÂİZ OLAN KİMSELER
“Zekât malları; fakirlere, miskinlere, zekât tahsildârlarına verilir, kalblerin İslâm’a ısındırılması, kölelerin âzâdı, borca batmış olanlar, vatan müdâfaası ve yolda kalmışlar uğrunda sarfedilir.” (Tevbes. 60)
Bu âyet-i kerîmede belirtilenler sekiz sınıftır. Ancak kalbleri İslâm’a ısındırılacak sınıf sonradan düşürülmüştür. Çünkü Allâh (c.c.) zamanla İslâm’ı güçlendirdiğinden artık bu sınıfa ihtiyâç kalmamıştır. a) Fakir: Pek az şeyi bulunan kişidir. b) Düşkün: Hiçbirşeyi bulunmayan kişidir. c) Zekât tahsildârı: Çalıştığı zaman hükümdar tarafından kendisine yaptığı iş kadar ücret verilir. d) Kölelerin âzâdı: Mükâteblere, kölelikten kurtulmaları için yardım yapılması. e) Borca batmış olanlar: Borcu bütün vâ-rını kapsayan kişiler. f) Vatan müdâfaası: Savaşçıların ihtiyâçlarının karşılanması. g) Yolda kalmışlar: Kendi memleketinde serveti olup başka bir ülkede meteliksiz kalan kişilere zekât verilir.
Zekât mallarının dağıtılacağı yerler bunlardır. Zekât, fitre ve adakların muhtaç bulunan erkek, sonra kız kardeşine, sonra sırayla bunların çocuklarına, amca, hala, dayı, teyze ve bunların çocuklarına verilmesi efdâldir.
Zekâtın bu sınıflardan her birine veya yalnız bir sınıfa verilmesi câizdir.
Zimmîlere zekât vermek ve zekâtına mahsûben mescîd yaptırmak, bir ölüyü tekfîn etmek veya âzâd etmek üzere köle satın almak câiz değildir.
Zekât veren kimsenin zengine, babasına, dedesine, oğluna, torununa, torununun oğluna, anasına ve anasının anasına, zevcesine zekâtını vermesi câiz olmaz.
Hangi maldan olursa olsun, nisâba malik olan kimseye zekât verilmez. Fakat nisâbdan az malı olan kimseye, sıhhatli ve kazancı bulunsa dahî zekât verilmesi câizdir.
(Ebu’l Hasan Ahmed b. el-Kudûrî,
Kudûri Tercemesi, 83.s.)
ZEKÂT MALI TEMİZLER
Zekât vermek farzdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’in hicretlerinin
ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’ın şartlarından
birini teşkil etmektedir. Belli miktarda bulunan nakid paraların
ve ticaret mallarının üzerinden bir yıl geçince, zekâtlarını ge-
ciktirmeden hemen vermek gerekir. Çünkü bu zekât mallarına
yoksulların hakkı geçmiş oluyor. Artık bu hakkı özürsüz olarak
geciktirmek câiz olmaz. Zekât sayesinde mallar korunmuş olur.
Sadakalar ise, maddî ve ma’nevî hastalıklar için birer ilâçtır.
Yüce Allah “Namazı dosdoğru kılın ve zekâtı verin…”
buyuruyor. Başka bir Âyet-i Kerîme’de Yüce Allah, Peygamber
(s.a.v.)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Onların mallarından
sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarından) temizlen-
miş, onunla (iyiliklerini) bereketlendirmiş olasın.” (Tevbe s.
103)
Ebû Hüreyre (r.a)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah
(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir kimseye mal verir, o da zekâtını vermezse, o
mal kıyâmet günü kel bir yılana dönüşür. Yılanın iki gözü
üstünde iki siyah nokta vardır. O, mal sahibinin boynuna
sarılacak ve her iki çenesine yapışacaktır. Sonra, ‘ben se-
nin malınım, ben senin hazînenim, diyecektir.” Bundan son-
ra Peygamberimiz (s.a.v) şu âyeti okur: “Allah’ın kereminden
kendilerine verilen nimetlere cimrilik edenler, onun kendi-
leri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis o, kendileri
için şerdir. Cimrilik yaptıkları şeyler Kıyâmet günü boyun-
larına dolandırılacaktır.” (Âl-i İmrân s. 180)
Peygamberimiz (s.a.v) başka bir hadîs-i şerîflerinde şöyle
buyurmuştur:
“Allah (c.c.)’dan başka ilah olmadığına, Muhammed’in
O (c.c.)’nun resûlü olduğuna şahâdet edip, namazı kılıp
ve zekâtı verinceye kadar, insanlarla savaş etmekle em-
rolundum. Bunu yaparlarsa, kanlarını ve mallarını benden
muhafaza etmiş olurlar…” Yine başka bir hadis-i şerîflerinde
de şöyle buyurur: “Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz ve
mallarınızı zekâtla koruyunuz.”
(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, 333-334.s.)
KİMLERE ZEKÂT VERİLİR
Kur’ân-ı Kerîm’in beyânına göre zekâtın verileceği yerler
Ayet-i kerîme’de belirtilen şu sekiz sınıftır: “Sadakalar (zekât)
Allah tarafından bir fâriza olarak ancak şunlar içindir: Fa-
kirler, miskinler, zekât toplayıcıları, kalpleri İslam’a ısındırıl-
mak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolundaki gaziler ve
yolda kalmışlar. Allah âlimdir, hâkimdir.” (Tevbe s. 60)
Peygamber (s.a.v) Efendimiz Muaz b. Cebel (r.a.)’i Yemen’e
gönderirken ona:
“Onlara bildir ki Allah (c.c.), kendilerine mallarında zekât
farz kılmıştır. Bu zekât zenginlerinden alınıp yoksullarına
verilir.” buyurmuştur.
Fakir: Nisab miktarından az malı olan kimse demektir. Ömer
(r.a.) şöyle demiştir: “Fakîre zekât verdiğiniz zaman onu normal
duruma getirin.”
Miskin: Hiçbir şeyi bulunmayıp, dilenmeye muhtaç olan kim-
se demektir. Fakirin aksine, bu kimselerin kuvvetten düşmemek
ve bedenini korumak maksadı ile dilenmesi helâl olur.
Borçlular: Borcundan fazla, nisab miktarı mala sahip olma-
yan veya kendisinin de, başkasında alacağı olmasına rağmen,
bunu alması mümkün olmayan kimselerdir.
Bir kimse, kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usûlüne
(babasına, dedesine, anasına ninesine…) ve fürûuna (çocukları-
na, çocuklarının çocuklarına…) veremez. (Onlara bakmak zaten
görevidir.)
Zekâtı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce
muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, yeğenlere, sonra amca-
lara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyze-
lere ve bunların çocuklarına, daha sonra diğer yakınlara vermek
daha faziletlidir. Sonra da fakir komşulara ve meslek arkadaşla-
rına vermekte fazilet vardır.
İmam-ı Âzam (r.a.)’a göre, bir kadın da zekâtını, fakir bulunan
kocasına veremez. Çünkü âdete göre, aralarında bir menfaat or-
taklığı vardır. Temel ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala
sahib olana da zekât verilemez; çünkü bu kimse zengin sayılır.
Zekât, müslüman olmayanlara verilemez.
(Fetâva-yi Hindiyye, 1.c., 631-650.s.)
ZEKÂT VERMEYENLERİN
KIYAMET GÜNÜNDEKİ HÂLİ
Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğu
nu rivâyet etmiştir: “Sahibi tarafından zekât hakkı verilme-
yen deve, kıyâmet gününde besili, güçlü kuvvetli olduğu
halde sahibi yanına gelerek ona musallat olup ayakları
ile sahibini çiğneyecek. Zekâtı verilmeyen davar da ga-
yet semiz ve kuvvetli olarak sahibine gelerek tırnakları
ile onu çiğner, boynuzları ile de vurur.” Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) devamla buyurdu ki: “Bu hayvanların haklarından
birisi de su başında sütlerinin sağılması, fakir ve ebnâ-
yı sebile yani yolculara tasadduk edilmesidir. Bu da bir
haktır.” Resûl-i Ekrem (s.a.v.) yine devamla buyurdu ki:
“Sakın sizden hiçbiriniz kıyâmet gününde omuzunda
zekâtını vermediği koyunu yüklenip avaz avaz bağırarak
ve: “Ya Muhammed (s.a.v.)” diye istimdâd ederek bana
gelmesin! Ben ona “Hükm-i ilâhîden senin için bir zerre-
sini tahfife mâlik ve muktedir değilim” diye cevap veri-
rim. Yine sizden hiçbirinizin omuzunda zekâtını vermedi-
ği devesi yüklü bağıra bağıra ve “Yâ Muhammed (s.a.v.)”
diye istimdâd ederek bana gelmesin. Ben buna da
“Hükm-i ilâhîden bir zerresini senin için tahfife me’zûn
değilim, sana dünyada hükm-i ilâhîyi teblîğ ettim.” diye
cevap veririm.” buyurmuştur.
(Hz. Mahmûd Sâmî Ramazânoğlu (k.s.), Muhâsebe 3, 132-134.s.)
Zekât farz bir ibâdettir, geciktirmeden verilmek ise vâcibtir.
Ve zarûret yokken geciktirilirse günâha girilir.
İmâm-ı Ebû Hanîfe (r.a.) geciktirmek mekruhtur demiştir.
Mutlak olarak mekrûh denince kerâhet-i tahrimiyye kasdedilir.
Gecikmesiz vermenin vâcib olduğu üç imamımızdan naklen
sâbit olmuştur. Âlimlerin: “Bir kimse zekâtını verip vermedi-
ğinden şüphe ederse, zekât vermesi vâcib olur.” sözleri buna
göredir. Çünkü zekâtın vakti (geciktirilmesi günah olmakla be-
raber) bütün ömürdür. (Zamanı geçtiği için düşmez)
Şu halde buradaki şüphe, namazı vakit içinde kılıp kılmadı-
ğında şüphe etmek gibidir.
(İbn-i Âbidin (r.h.) , Reddül Muhtar, 4.c. 33-34.s.)
ZEKÂTIN ÖNEMİ VE FAZÎLETİ
Zekâtın farz olduğu kesin delîl ile sabittir. Allâhü Teâlâ:
“Namazı kılın, zekâtı verin” (Bakara s. 43) buyuruyor. Pey-
gamber (s.a.v.) Efendimiz: “Beş vakit namazınızı kılın
ve malınızın zekâtını verin” buyuruyor. Bir başka hadîs-i
şerîfte de: “Ey insanlar! Mallarınızın zekâtını veriniz” bu-
yuruldu.
Emîr-ül mü’minîn Alî (k.v.) buyuruyorlar ki, Resûlullah
(s.a.v.) veda haccında buyurdular ki: “Malınızın zekâtını
veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin, namazı, oru-
cu, haccı ve cihâdı ve îmânı yoktur.” Yanî zekât vermeyi
vazîfe bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzül-
mez, günâha girdiğini bilmezse, kâfir olur. Senelerce zekât
vermeyenlerin, zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar.
Malı kendinin sanıp, Müslümanların o malda hakkı olduğu-
nu hatırına bile getirmez. Kalbi hiç sızlamaz. Bu mala sımsı-
kı sarılmıştır. Böyle kimseler Müslüman olarak tanınır. Fakat
bunlardan, îmânını kurtaran pek nâdir olur.
Zekât vermek Kur’ân-ı Kerîm’in otuz iki yerinde, namaz-
la birlikte emredilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, böyle kimse-
ler için: “Malı, parayı biriktirip, zekâtını müslüman fakir-
lerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!” (Tevbe s. 34)
buyuruluyor. Bu azabı, bundan sonraki Âyet-i Kerîme şöyle
bildiriyor: “Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem
ateşinde kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine,
sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır.” (Tevbe s. 35)
Hakk Teâlâ, “Herhangi bir şeyi hayır için harcarsanız,
yerine Allah başkasını verir, Allah rızk verenlerin hayır-
lısıdır” (Sebe’ s. 39) buyurmuşlardır. Ve yine Hak Teâlâ diğer
bir Âyet-i Kerîmede, ”Mallarını Allah yolunda harcayan-
ların durumu o dane gibidir ki, yedi başak verir, her bir
başakta da yüz dane bulunur, Allah dilediğine kat kat
verir, Allah ihsanı bol olan, hakkıyla bilendir” (Bakara s.
231) buyurmaktadır.
(Muhammed Rebhâmî, Riyâd’ün Nâsihîn, 185-190.s.;
İmâm Şa’ranî (rh.a.), Uhûdül Kübrâ, 165.s.)
13 Haziran, Mevlâna Takvimi
ZEKÂTIN ŞARTLARI VE KADINLARIN ZİNETLERİ
Zekâtın vâcib olmasının (farziyetinin) şartı, aklı yerinde
ve buluğ çağına ermiş olmaktır. Çünkü bu ikisi olmayınca
sorumluluk yoktur. Yine Müslüman olmaktır. Çünkü İslâm,
bütün ibâdetlerin sıhhati için şarttır. Yine zekâtın vâcib olma-
sının şartı, temlikin gerçekleşmesi için hür olmaktır. Zekâtın
edâsının farz olmasının şartı, nisab miktarı (80 gr. altın de-
ğeri kadar para veya ticari mal) malın değeriyle bir yıl geç-
mesidir. Zekâtın edasının şartı niyettir. Çünkü zekât ibadettir,
niyetsiz sahih olmaz. Hatta bir kimsenin kendi oturduğundan
başka bir evi olsa ve ticarete niyet etmese, her ne kadar on-
ların üzerinden bir yıl geçse de, onlarda zekât farz olmaz.
Zekâtın farzlarından birisi de zekâtı verirken veya zekât
için mal veya para ayırırken niyet etmektedir. Çünkü o kim-
se zekâta niyet ederek nisâbdan (miktar) farz miktarı ayırsa,
fakire verse onun zekâtı düşer. İncilerde la’l (kırmızı süsta-
şı), yakut, zümrüt ve bunların benzerleri gibi mücevherlerde
zekât yoktur. Ancak, eğer o inciler ve mücevherler ticaret için
olursa, zekât vardır. Kişinin vâris olduğu (irsen malik olduğu)
şey, sadece niyetle ticaret için olmaz. Çünkü niyet amele bi-
tişik değildir.
(Molla Husrev, Gurer ve Dürer, 305-309.s.)
SORU: Tüccarın elindeki ticaret malı senelerce kalsa ve
satamasa yine zekât tâbi midir?
CEVAP: Bir tüccarın elindeki ticaret malı senelerce kalıp
satılmasa bile mutlaka her sene değerlendirilip zekatı veril-
melidir. Yine bir kimsenin malı çalınır veya gasbedilirse üze-
rinden birkaç yıl geçtikten sonra eline geçse bütün o geçmiş
senelerin zekâtını vermek zorundadır.
SORU: Kadınların zînetlerinin zekâtı nasıl verilir?
CEVAP: Hanefi mezhebinde zinet eşyası nisab miktarına
(80 gr. altın değerine) ulaşmış ise zekâtını vermekle mükel-
leftir. Şayet parası varsa ondan verecek, yoksa zinet eşya-
sının kırkta birini bozdurarak zekât olarak verecektir.Aynı
zamanda kocası da eşinin izniyle zekâtını verebilir.
(Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvâlar, 234.s.)
ZEKÂT VERİLECEK KİŞİLER VE ÖDEME ŞEKİLLERİ
Zekât verilecek kimseler şunlardır:
ve yardımcılarına, sekizde bir ile takdir edilmiş kifâyet edecek miktar-
dır. Eğer verilecek miktar, zekât miktarını aşarsa, (tahsil ettiği malın)
yarısından fazlası verilmez.
veya insanlarda alacağı olup da alması mümkün olmayan kimse-
lerdir.
bunlar gâzilerinin, fakirlikleri dolayısı ile harbe katılamayanlardır.
İmâm Muhammed (r.aleyh)’e göre, Hacc yolunda (malını, parasını
ve vasıtasını kaybetmiş) fakir kimselerdir.
rılmasının sebebi, yol (sebil) ona gerekli olduğu içindir. İbn- i Sebil’in
ihtiyacından fazla alması helal olmaz.
Zekâtın ödeme şekilleri ise şunlardır. Altın nisabı, yirmi miskâldir.
Gümüşün nisâbı, yedi vezin olarak iki yüz dirhemdir. Miskal yirmi kı-
rattır ve dirhem on dört kırattır. Kırat 0,2 grama tekabül eder. Dirhem
ise 3,27 gramdır.
(Molla Hüsrev, Gurer ve Dürer, 310-336.s.)
BİR KİMSE;
Bir kimse, kendi ayıbını görürse, başkasının ayıbını göremez
olur.
Bir kimse, kardeşi için kuyu kazarsa, içine kendi düşer.
Bir kimse, başkasının perdesini yırtarsa, kendi ayıbını açmış olur.
Bir kimse, kendi hatâsını unutursa, başkasının ayıbını büyük
görür.
Bir kimse, şüpheli ve zorlu işlere girerse, büyük günahları işle-
mek zorunda kalır.
Bir kimse, nefsinin arzûları ile hareket ederse, helâk olur.
Bir kimse, kendi aklı ile yetinirse düşer.
Bir kimse, insanlara karşı kibirli davranırsa, alçalır.
Bir kimse, işlerde derinliğe dalar, aşırı giderse, yorulur.
Bir kimse, doğrularla çarpışırsa, çarpılır.
Bir kimse, gücünün yetmediği yükü alırsa, aciz kalır.
(Ebû’l Leys Semerkandî , Tenbihü’l Gâfilîn, 556.s.)
14 Temmuz, Mevlâna Takvimi
ZEKÂTIN ÖNEMİ
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki; “Mal-
larınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile
tedavi ediniz, belâ dalgalarını da duâ ve yalvarışla
karşılayınız.” Bu Hadis-i Şerif’ten zekât sayesinde
malların korunmuş olacağı, sadakaların da maddî ve
manevî hastalıklar için birer ilâç yerine geçeceği anlaşı-
lıyor. Doğrusu zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve
canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz
gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce
Allâh’ın rızasını kazanıp nice manevî mükâfatlara kavu-
şurlar, nice manevî tehlikelerden kurtulurlar.
Zekâtın her yönden birçok yararları vardır. Bilindiği
gibi, kalplerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi,
insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı ba-
zen fena işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu
zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefis de
cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından
arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları
gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duy-
gular meydana gelir.
Sonuçta, zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve
canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz
gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce
Allâh’ın rızasını kazanıp nice manevî mükâfatlara kavu-
şurlar, nice manevî tehlikelerden kurtulurlar.
(Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, 334.s.)
HİCRİ YILBAŞI
Bu feyizli ve bereketli günün, her müslüman tarafın-
dan kutlanması dînî bir borçtur. Bu hicretle doğan İslam
Devleti (30) yıl gibi çok kısa bir zamanda Endülüs’ten
Çin’e kadar, cihânın en kıymetli mıntıkasında insanları,
dîn ve vicdan hürriyetine, sulha sükûna kavuşturmuştur.
4 Kasım, Mevlâna Takvimi
ZEKÂTLA İLGİLİ İNCELİKLER
dan az malı olan bir kimseye zekât verilmesi caizdir.
lerin olduğunu sandığı bir kimseye zekatını verse ve son-
ra bu kişinin zannettiği sınıftan olmadığı anlaşılsa, zekât
yerine geçer.
de bir vasiyeti yoksa zekât alınmaz. Ölünün, zekâtım veril-
sin diye vasiyeti olduğu takdirde de zekât, bıraktığı malın
üçte birinden çıkarılır.
mette olmak şartıyla ticaret malından, buğday. üzüm gibi
ölçüye, tartıya gelen şeylerden vermek sahihtir.
meti altın, gümüş ve diğer paralara, altın ve gümüşün de-
ğerleri de birbirine eklenir.
birkaç senenin veya ileride kazanacağı ihtimaline bina-
en birkaç nisâbın, elindekinden daha çok miktarda malın
zekâtını önceden vermesi sahihtir.
andaki kıymeti dikkate alınır. Bu an ise o malın üzerinden
geçmesi gereken yıl olduğu vakittir. Yoksa zekâtı verilecek
malın yıl sonundan önceki değeri nazarı itibara alınmaz.
zekât niyetiyle fakire hibe ederse, bu zekât yerine geç-
mez. Zekât yerine geçebilmesi için fakirden borcunu alıp
ondan sonra zekât niyeti ile tekrar vermesi gerekir.
sene içinde borçlanarak nisâbdan düşmesi, İmâm Yusuf
(r.a.)’ e göre yıl sonunda zekât vermek gerekliliğini orta-
dan kaldırmaz.
(Şurunbulâli, El-Miftah-Şerh-i Nur-ül İzah, s.148-162)
ZEKÂT VERMEMEK DÜNYA VE AHİRETTE ZARAR GETİRİR
Zekât malî bir ibâdettir, fakirliğin tedavisi için en güzel ilâhi
emirlerden biridir, zenginin malının temizlenmesine ve korun-
masına vesiledir. Aynı zamanda fakir ile zengin arasında kuv-
vetli bir bağdır. Zekât zengin kimselere (Müslümânlara) farz-ı
ayındır. Üzerine zekât farz olan kimse bu borcunu tehir etmek-
le günahkâr olur.
Hz. Ömer (r.a.)’den rivâyetle Allâh Resûlü (s.a.v.): “Zekâtın
verilmemesi, karada ve denizde malların telefine sebep
olur” buyurdular. (Taberani)
Hz. Ebû Bekr (r.a.) halife olduğu zaman, insanlardan zekâtı
inkâr edip kafir olanlar oldu. Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: “Bu insan-
larla nasıl savaşırsın? Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr (r.a.) şu
cevabı verdi: “Vallâhi namazla zekât arasını ayıranlara karşı
mutlaka savaşırım. Çünkü zekat malın hakkıdır. Vallâhi Allâh
Resûlü (s.a.v.)’in zamanında O (s.a.v.)’e zekât olarak vermiş
oldukları dişi keçiyi bana (zekât olarak) vermemeye yeltenir-
lerse, bu zekâta engel olmak suçundan dolayı onlarla sava-
şırım.” Sonradan Hz. Ömer (r.a.) dedi ki: “Vallâhi onlarla sa-
vaşılması hususundaki hüküm, Allâh’ın Hz. Ebû Bekr (r.a.)’in
gönlünü açmasından dolayıdır.”
Resûlullâh (s.a.v.) bir Hadîs-i Şerîflerinde şöyle buyurdu –
lar: “Kimin malı olup da onun zekâtını vermezse o mal,
kıyâmet günü sahibi için dazlak başlı ve iki gözü arasın-
da kara bir nokta bulunan büyük bir ejderha şeklinde
gelip boynuna dolanacak ve onu iki dudağı ile yakalaya-
cak. Sonra şöyle diyecek: ‘İşte ben senin o biriktirip de
zekâtını vermediğin malınım.’ (Buhârî ) Sonra şu âyeti okudu:
“Allâh’ın bol nimetlerinden verdiklerinde cimrilik edenler,
sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Bilakis bu onların kötülüğünedir. Cimrilik yaptıkları şey
kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır.” (Âl-iİmrân s. 180)
Bir başka Hadîs-i Şerîf’de ise Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz:
“Herhangi bir kavim zekât vermezse mutlaka Allâh onlara
kıtlık verir.” Buyurdular. (Taberani)
(Rudâni, Cem’u’l Fevaid, Zekât bahsi)
ZEKÂTI ALANIN DİKKAT EDECEğİ HUSUSLAR
bu sûretle ihtiyâcını karşılayıp bütün düşüncelerini bir noktaya
toplamak için olduğunu bilmelidir.
Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allâh-ü
Teala’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdı-
ğı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır.
2- Zekat verene teşekkür etmek, duâ etmek ve onu övmektir.
“İnsanlara teşekkür etmeyen, Allâh’a şükretmemiş sayılır.” buy-
rulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görme-
mek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde
bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
3- Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helâl değilse ondan
sakınmalıdır. Haramdan kaçınan kimseye Allâh-ü Teala, helâlden
kapı açar.
4- Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiya-
cından fazlasını almamalıdır.
Zekât, Müslümân fakirlere, miskinlere, borçlulara, yolculara,
mükâteblere, mücâhidlere, âmillere verilir.
Fakir: Nisab mikdarı fazla bir mala sahib olmayan kimsedir.
Zarurî ihtiyaçından olmak üzere evi, eşyası, borcuna karşılık pa-
rası olsa bile fakirdir.
Miskin: Hiçbir şeye mâlik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler
için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
Borçlu: Borcundan fazla nisab mikdarı mala mâlik olmayan
kimse.
Yolcu: Malı beldesinde kalıp elinde birşey bulunmayan kimse.
Mücâhid: Allâh-ü Teâlâ (c.c.) yolunda gönüllü olarak cihâda
iştirak etmek istediği halde nafakadan silah ve saireden mahrum
olan gâzi demektir.
Âmil: Veliyy’ül emir tarafından emvâl-i zahirenin zekâtını top-
lamağa me’mur edilen kimsedir.
Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usul ve
furûuna ya’ni, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına,
kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez.
(Ömer Nasuhî bilmen, B. İslâm İlmihâli, S. 357-359;
İmam-ı Gazalî, İhyau Ulumi’d-din, c.1, s. 618-621)
Resûlullah (s.a.v.)’ın irtihalinden sonra insanların bir kısmı
dinden çıkmışlardı. Dinden dönenler iki sınıftır. Birinci sınıf
tamamen irtidat edenler ki, yalancı peygamberlere uyanlar ve
müşrikliğe dönenlerdi, ikinci sınıftakiler ise, namazla zekâtın
arasını ayıranlardır. Zekât vermeyenlerdir. Bunlar hakikatte
mürted değil, baği (asi) idiler. Bunlarla mücadeleye itirazlar
vardı. Hz. Ebû Bekir (r.a)’in dirâyetiyle, bu mesele de halloldu.
Ebû Hureyre (r.a) şöyle demiştir:
“Resûlullah (s.a.v.) dünyadan gidipte ondan sonra Ebû
Bekir (r.a) halife seçildiği ve araplardan küfredenler, küfret-
tiği zaman Ömer İbnü’l Hattab (r.a), Ebû Bekir (r.a)’e şunları
söyledi:
Resûlullah (s.a.v.): “İnsanlar Allah’dan başka ilah yok-
tur deyinceye kadar (onlarla) çarpışmaya me’mur oldum;
imdi her kim Lâilâhe illâllah derse malını ve canını benden
korumuş olur. Ancak hakkıyla olursa müstesna! Onun da
hesabı Allah’a kalmıştır.” buyurduğu halde sen, nasıl olu-
yor da insanlarla harb ediyorsun? Ebû Bekir (r.a.):
“Vallahi namazla zekatın arasını ayıranlarla, mutlaka harb
edeceğim. Çünkü zekat, malın hakkıdır. Vallahi Resûlullah
(s.a.v.)’a veregeldikleri, yularları bana vermezlerse, verme-
diklerinden dolayı onlarla, behamehal harb ederim.” dedi.
Bunun üzerine, Ömer İbnül-Hattab (r.a): “Vallahi iyi anladım
ki Allah Azze ve Celle Ebû Bekir’in kalbine kıtal için, fütuhat
vermiş. Ve anladım ki, bu kıtal hakmış” dedi.
ZEKATI NE ZAMAN VERMELİYİZ?
Her müslüman, malının nisap miktarının ne zaman geç-
tiğjni bilemeyebilir. Bu münasebetle Hicri senenin belirli bir
zamanını zekat için tayin etmelidir. Bu davranış sünnettir.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Şaban ayını tayin etmiştir. Böylece
müslümanlann Ramazana daha kuvvetli ve huzur içerisinde
girmesi sağlanmıştır.
(Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, 1.c., 183.s.)
ZEKAT HESÂBI
Zekât, İslâm’ın beş şartından birini teşkil eder ve farz-
dır. Zekâtın önemi pek büyüktür. Zekâtı veren bu mühim
ibâdeti yapmakla mallarını temizlemiş ve korumuş olur.
Bütün ibâdetlerde olduğu gibi zekât da Allah (c.c.) rızâsı
için verilir. Zekâtın alenî verilmesi daha efdaldir. Çünkü
böyle yapılınca suizandan kurtulmuş ve diğer müslüman-
lara örnek olunmuş olur. Zekât farz olduğundan buna rîyâ
carî olmaz. Yalnız nafile sadaka ve hayırlar gizli yapılma-
lıdır. Bu ibadetlerde riyadan (gösterişten) kaçınılmalıdır.
Zekâtın farzıyetinin ve sıhhatinin şartları vardır Zekât;
müslûman, hür, âkil ve baliğ olana farzdır. Bu sıfatla-
rı üzerinde bulundurana da ancak havai-i asliyesinden
(zaruri ihtiyaçlarından) ve borcundan başka nisap mik-
tarı veya daha fazla bir mala sahip olması halinde zekât
farz olur. Bu kadar malı olmayana zekât farz olmaz.
Zekât hususunda nisap şöyledir: Altın 20 miskal (80.14 gr),
gümüş (200) dirhem (veya bunların değerinde para)dır. Ko-
yun ve keçi (40) adet, sığır ve manda otuz, deve ise beş adettir.
Bu Ramazan ayında müslümanlar kendilerini tartmalı ve
zekât vermelidirler. Kendi bilmiyorsa bilenlere sormalıdırlar.
Fakiri kurtarmak ve zengine özendirmemek için zekâtı ihmal
etmemeliyiz, îçtimaî dengesizliği ve eşitsizliği de böylece gi-
dermiş oluruz.
ZEKATIN GEÇERLİLİĞİNİN ŞARTLARI
zekât olduğuna kalben niyet edilmesi.
muteberdir.
müddet içerisinde tasadduk ettiğim şeylerin zekâtından
olmasına niyet ettim” demesi kifâyet etmez.
fakire hibe etse bu miktara isabet eden zekât sâkit olur.
(Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm İlmihali, s. 334)
ZEKÂTLA İLGİLİ İNCELİKLER
Kur’an-ı Kerîm’de zekâtın seksen iki yerde namazla
berâber zikir edilmesi aralarında tam bir münâsebet oldu-
ğuna delildir. Zekât hicretin ikinci senesinde Ramazan oru-
cundan önce farz kılınmıştır. Peygamberlere farz değildir.
Zekât bir malın şeriat tarafından tâyin edilen bir kısmını
müslüman bir fakire Allah (c.c.) için temlik ederek o maldan
alâkasını kesmektir. Bir kimse zekât niyetiyle bir yetimi do-
yurursa zekât yerine geçmez. Ancak yiyeceği ona verirse
olur. Nitekim çocuk eline almayı akıl etmek şartıyla ona bir
elbise verse câiz olur. Meğerki o kimseye yetimin nafakasını
vermek için müsade edilmiş olsun.
Bir kimse zekâta niyet ederek bir fakiri bir sene evinde
oturtsa zekât yerine geçmez.
Zekâtın farz olmasının şartı; akıl, buluğ, Müslümanlık,
hür olmak ve zekâtın farz olduğunu bilmektir. Meselâ: İslâm
memleketinde olması zekatı bilmek sayılır.
Zekâtın farz olması için akıl ve buluğ şarttır. Binâenaleyh
deliye ve çocuğa zekât farz değildir. Çünkü zekât hâlis bir
ibâdettir. Deli ile çocuk bununla muhatap değillerdir.
Nisâb malı kullar tarafından istenen borcun ve o kimse-
nin aslî ihtiyaçlarının dışında olmalıdır. Çünkü aslî ihtiyaçla-
rıyla meşgul olan mal yok hükmündedir.
Sıcaktan soğuktan korunmak için muhtaç olduğu elbi-
sede zekât yoktur. Ev eşyasında, oturulan katlar ve ben-
zerlerinde dahi zekât yoktur. Sanat sahiplerinin aletleri de
böyledir.
Kaybolup da seneler sonra bulunan mal ile denize dü-
şüp seneler sonra çıkarılan malda ve ispat edilemeyen gasp
malında dahi zekât yoktur. Gasp malını ispat edecek delil
varsa, geçmiş seneler için zekât vermek icap eder. Bundan
yalnız kırda otlayan hayvanlar müstesnadır.
Mescid gibi şeyleri yaptırmak için zekât verilemediği gibi;
cenaze kefenlemek ve borcunu ödemek için de verilemez.
(İbn-i Abidîn, Reddu’l-Muhtâr ala’d-Durri’l-Muhtâr, c. 4 s. 5 )
ZEKÂTTA ÖLÇÜYÜ ALLAH KOYMUŞTUR
Günümüzde bazı kimseler kendi akıllarınca verilmesi
gereken zekât miktarının kırkta bir olmasını az bulmakta-
dırlar. Halbuki zekât miktarının altın ve ticâri mallarda kırkta
bir olduğu hususunda Peygamberimiz (s.a.v.)’in ve sahabe-
lerin beyanları vardır.
Altın ve gümüşte farz olan zekât miktarı 1/40, (kırkta bir)
yani yüzde iki buçuk (%2,5)’tur. Bu görüşün dayandığı delil,
bu konuda sabit olan hadislerdir. Bunlardan biri Hz. Pey-
gamber (s.a.v.)’in Hz. Ali (r.a.)’a söylediği şu Hadis-i Şerif’tir:
“Senin iki yüz dirhemin olduğu ve üzerinden bir yıl geç-
tiği zaman, bundan beş dirhem zekat vermen gerekir.
Yirmi dinar oluncaya kadar da altın paradan sana bir
şey lazım gelmez. Yirmi dinarın olduğu ve üzerinden bir
yıl geçtiği zaman bu paradan yarım dinar zekat vermen
gerekir.” (Ebu Davud ve Beyhaki)
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her kırk
dirhemden bir dirhem paranızın zekatını verin. İki yüze
tamamlanıncaya kadar size bir şey vermek gerekmez.
Para iki yüz dirhem olunca bundan beş dirhem zekat
vermek gerekir. Fazlası bu hesaba göre zekata tabidir.”
(Darekutni, Ebu Davud)
Ticâri malların zekatı kırkta bir oranında verildiği halde,
toprak mahsullerinin zekatı onda bir veya yirmide bir verilir.
Bunun delili ise şu hadis-i şeriflerdir:
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Yağmur suyu veya kaynak suyu ile sulanan veya
kendiliğinden sulu olan toprakların ürünlerinden onda
bir, hayvanlar veya taşıma su ile sulanan topraklardan
ise yirmide bir zekât vermek gerekir.”(Buharî, Müslim)
Diğer Hadis-i Şerif’te ise şöyle buyrulmuştur:
“Nehirler ve yağmur sularının suladığı topraklardan
öşür (onda bir), develer yardımıyla sulanan topraklar-
dan yirmide bir zekât vermek gerekir.” (Tirmizî)
(İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s. 274-275)
ZEKAT VERMEYENLER HAKKINDA TEHDİTLER
Hz. Ali (r.a.)’dan naklen, Resûlullah (s.a.v.) veda’ haccın-
da buyurdu ki ‘’Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını
vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı
yoktur.’’ (Buhari) Ya’nî zekât vermeyi vazîfe bilmez, farz oldu-
ğuna inanmaz, vermediği için üzülmezse kâfir olur. Senelerce
zekât vermeyenlerin, zekât borçları birikerek, bütün malını kap-
lar. Malı kendinin sanıp, müslümanların o malda hakkı oldu-
ğunu hatırına bile getirmez. Bu mala sımsıkı sarılmıştır. Böyle
kimseler müslüman olarak tanınır. Fakat bunlardan, îmânını
kurtaran pek nâdir olur. Zekât vermek Kur’ân-ı Kerîm’in otuzi-
ki yerinde, namazla birlikte emredilmektedir. Allah (c.c.) böyle
kimseler için: “Malı, parayı biriktirip, ze’kâtını müslüman
fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı müjdele!’’ (Tevbe: 34)
buyuruyor. Bu azabı, bundan sonraki Âyet-i Kerîme şöyle bildi-
riyor: ‘’Zekâtı verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşin-
de kızdırılıp, sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına
mühür basar gibi bastırılacaktır.’’ (Tevbe: 35)
Bir Hadîs-i Şerif’te: “Ey Ademoğlu, benim malım, benim
malım dersin. Senin malından senin olan, yiyerek yok etti-
ğin, giyerek eskittiğin, yâhud Allah yoluna verip âhıret için
ayırdığındır’’ (Müslim)
Câbir (r.a.) tarafından Resûlullah (s.a.v.)’den bildirilen
Hadîs-i Şerîf’te: ‘’Dünyâda mal toplayıp, zekâtını verme-
yenlerin malı, kıyamet günü, erkek yılan şeklinde olur.
Ağzı açık olduğu halde onu kovalar. Sahibi ondan kaçar.
Bir münâdî, sakladığın malını tut; ben ki Allah’ım ona hiç
ihtiyâcım yoktur der. Kul, ondan kurtulamayacağını anla-
yınca, elini onun ağzına sokar. Yılan onun elini kuvvetle
ısırır’’ buyurdu. (Müslim) Kıyamete inanan, âhiretteki azablara
îmân eden her zengine, zekâtını vererek bu azablardan kur-
tulmak vâcib ve lâzımdır. Bunun gibi zekâtı verilen mal, âfet
ve zararlardan kurtarılmış olur. Sahibini de âhırette kurtarır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: ‘’Malınızı, zekâtını
vererek koruyunuz’’.(et-Tergib ve`t Terhi
Muhammed ( Rebhami, Riyadün-Nasihin s. 192)
ZEKAT VE ÖNEMİ
Hâlık ile mahlûk arasında bir bağ olan, yalnız Hâlık ile
mahlûk arasındaki hususları, cemiyet nizamı için en büyük
fâideyi hâiz bulunan, namâzdan sonra İslâmî ibâdetlerin en
mühimi ve ikinci rüknü, zekâttır.
Zekât, insanlar arasında dert ortaklığının ve birbirine
yardımın ismidir. Bunun en mühim faidesi cemiyet nizamı-
nın ayakta tutunması için mâlî sermayeyi te‘min etmektir.
Zekâtın ikinci ismi sadakadır. Bu ıtlakın sebebi her çeşit
malî, cismanî, yardım ve iyiliktir. Ancak fıkıh ıstılahında
zekât, yalnız malî yardıma denir ki bu, her müslümana,
mâlî kudreti muayyen bir miktarı bulunca vâcip olur.
İslâm tâliminde, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in sahife-i vahyin-
de zekât farizası namâzla birlikte bütün fârizalardan daha
mühim olarak zikredilmiştir. Bu iki fârizanın birbirinin lâzım
ve melzumu olmaları, birbirine bağlı bulunmaları şu haki-
kati ortaya çıkartmaktadır ki İslâmda Hukukullahın yani ba-
şında hukuk-ı ibad (kul hakkı) dahi aynı ölçüdedir.Kur’ân-ı
Kerim’in neresinde namâzdan bahsedilmişse akabinde
zekât da beyan edilmiştir.
Hicretin 9’uncu senesinde Resûl-i Ekrem (s.a.v.),
Hazret-i Muaz (r.a.)’i İslâm davetçisi tâyin ederek Yemen’e
gönderdikleri zaman, İslâm dîninin ferâizini şu sûretle ter-
tib etmişlerdi: “İlk önce tevhide da‘vet edilecek, bu an-
laşıldıktan sonra her gün beş vakit namâz farizasının
edası üzerinde durulacak, bu da anlaşıldıktan sonra
servet sahiplerinin fakirlere bir şey vermek üzere Hakk
Te‘âlânın onların malları üzerinde zekâtı farz kıldığı bil-
dirilecekti.” (Buhârî)
Hulâsa zekât, yahut başka tâbirle gariblerin hâline çare
bulmak, fakirlere el uzâtmak, yolculara yardım etmek,
yetimlerin halini sormak, dul kadınlara muavenet, köle
ve esirlere yardım eli uzâtmak, namâzdan sonra İslâm
ibâdetlerinin ikinci rüknü olduğunu, bu farîzanın niçin her
şeyden ehemmiyyetli bulunduğunu da “Dinler Tarihi” kitab-
larında görürüz.
(Seyyid Süleyman Nedvi, Asrı Saadet, c.3., s.1071-1177)
ZEKAT GÖNÜL FERAHLIĞI İLE VERİLMELİDİR
“İnfaklarının kabul edilmesine mâni olan (başka bir-
şey değil), sırf Allâh’ı ve Resûlünü inkâr edip, nâmaza
üşene üşene gelmeleridir. Onlar, ancak isteksiz olarak
infakta bulunurlar.” (Tevbe s. 54)
Âyet-i kerimedeki “Onlar, ancak isteksiz olarak infak-
ta bulunurlar…” buyruğunun ma‘nası, “Onlar, Allâh’a itaat
maksadıyla infak etmeyip, aksine zahirî bir menfaat gözet-
tikleri için infâkta bulunurlar.” şeklindedir. Bu böyledir, zira
onlar, infâkı, boşa yapılmış bir harcama ve bir ziyan ad-
dederler ki, bu da, zekât verirken ya da Allâh yolunda bir
harcamada bulunulurken, nefsin hoşnut olması gerektiğini
gösterir. Zira Allâhü Te‘âlâ, münafıkları, infâki gönülden is-
temeyip kerih görmelerinden dolayı kınamıştır. Bu Hz. Pey-
gamber (s.a.v.)’in “mallarınızın zekâtını, gönülleriniz hoşnut
olarak veriniz” hadisinin ifade ettiği husustur. Binâenaleyh
bir kimse, zekâtını, hoş karşılamayarak, istemeye istemeye
verirse, bu küfür ve nifak alâmetlerinden olmuş olur. Mu-
sannif (Râzî), sözünü şöyle sürdürmektedir; “Bu bahisle-
rin neticesi, tâatların özünün, onları sırf kulluk maksadıyla
yapmak ve taâtta tam inkıyâd içinde bulunmak olduğuna
delâlet eder. Binâenaleyh, şâyet kişi bu tâatlarını bu mak-
satla yapmazsa, onda herhangi bir fayda olmaz; aksine
çoğu kez bu, yapan üzerine bir yük olmuş olur.
“Onların malında ihtiyacını arz eden ve arz edeme-
yen yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyat s. 19) âyetine
göre zekât, zenginin malında fakirin hakkıdır. Bu hak çıka-
rılmak zorundadır. Zekâtı verilmeyerek fakirin hakkı kalan
mal, o maldan yiyenleri ma‘nen zehirleyen bir şeydir. Allâh
(c.c.): “Mü’minlerin mallarından, kendilerini temizleyen,
mallarına bereket veren zekâtı al.” (Tevbe s.103) buyurmak-
tadır. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Zekât vererek malları-
nızı kale içine alınız.” buyurmuştur.
(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c.12, s.22)
ZEKÂT
Hür, Müslüman, âkil bâliğ olan kimseye (aslî ihtiyaç
ve borcundan fazla olarak) nisâb (miktârı mal)a sâlib ol-
mak ve üzerinden bir sene geçmek şartıyla malının ze-
kâtını vermek farzdır.
Çocuk, deli, mükâteb (köle) ve malını kapsayacak
kadar borçlu olanlar üzerine zekât farz değildir. Ancak,
malı borcundan çok ve nisâba ulaşmış olduğu takdîrde,
borcundan fazla olan malının zekâtını verir.
Oturulan ev, giyilen elbise, ev eşyası, binek hayvan-
ları, hizmet eden köleler ve kullanılan silâhlar için zekât
verilmez.
Zekât, ancak edâ ile birlikte niyet ederek yâhud veril-
mesi vâcib miktârı ayırırken niyet ederek verilir.
Bir kimse malının tamâmını, zekâta niyet etmeyerek,
tasadduk etse, farz kendisinden sâkıt olur.
Altının zekâtı:
Altında nisâb yirmi miskal, yani 80,18 gramdır. Yirmi
miskâle kadar bir şey verilmez. Üzerinden bir sene ge-
çen yirmi miskâl için yarım miskâl zekât verilmesi gere-
kir.
Ticâret Malının Zekâtı:
Cinsi ne olursa olsun ticâret mallarında zekat farzdır.
Ticâret mallarının değeri, altın ve gümüşün herhangi bi-
ri üzerinden nisâbı doldurduğu takdîrde, fakirlerin men-
faatine en uygun şekilde değerlendirilip zekâtı verilir.
Senenin başında ve sonunda nisâbın tam olması hâlin-
de sene içinde eksilme zekâtı düşürmez.
Zekâtın bir şehirden bir şehre nakli mekrûhtur. Ancak
bulunduğu şehir halkından daha muhtaç kimselere ve-
ya akrabasına nakli hâlinde mekrûh olmaz.
(Ebu’l Hasen Ahmed b. el-Kudûrî, Kudûrî Tercemesi, 93-104.s.)
ZEKÂT VERİLMESİ CÂİZ OLAN VE OLMAYAN KİMSELER
Allâhü Te‘âlâ buyurmuştur ki: “Zekât malları; fakirlere, mis-
kinlere, zekât tahsîldarlarına verilir, kalblerin İslâm’a ısındı-
rılması, kölelerin âzâdı, borca batmış olanlar, vatan müdâ-
faası ve yolda kalmışlar uğrunda sarfedilir.” (Tevbe s. 60)
Bu âyet-i kerîmede belirtilenler sekiz sınıftır. Ancak kalbleri İs-
lâm’a ısındırılacak sınıf sonradan düşürülmüştür. Çünkü Ce-
nâb-ı Allâh zamanla İslâm’ı güçlendirdiğinden artık bu sınıfa ihti-
yaç kalmamıştır, a) Fakir: Pek az şeyi bulunan kişidir, b) Düş-
kün: Hiçbirşeyi bulunmayan kişidir, c) Zekât tahsîldarı: Çalıştı-
ğı zaman hükümdar tarafından kendisine yaptığı iş kadar ücret
verilir, d) Kölelerin âzâdı: Mükâteblere, kölelikten kurtulmaları
için yardım yapılması, e) Borca batmış olanlar: Borcu bütün va-
rını kapsayan kişiler, f) Vatan müdâfaası: Savaşçıların ihtiyaçla-
rının karşılanması, g) Yolda kalmışlar: Kendi memleketinde ser-
veti olup başka bir ülkede meteliksiz kalan kişiler.
Zekât mallarının dağıtılacağı yerler bunlardır. Zekât, filtre ve
adakların muhtaç bulunan erkek, sonra kız kardeşine, sonra sı-
rayla bunların çocukları, amca, hala, dayı, teyze ve bunların ço-
cuklarına verilmesi efdaldir.
Zekâtın bu sınıflardan her birine veya yalnız bir sınıfa veril-
mesi câizdir.
Zimmîlere zekât vermek ve zekâtına mahsûben mescîd yap-
tırmak, bir ölüyü tekfin etmek veya âzâd etmek üzere köle satın
almak câiz değildir.
Zekât veren kimsenin zengine, babasına, dedesine, oğluna,
torununa, torununun oğluna, anasına ve anasının anasına, zev-
cesine zekâtını vermesi câiz olmaz.
İmâm-ı A‘zam (r.a.) ve İmâm-ı Muhammed (rh.a.)’e göre, bir
kimse, fakir zannettiği bir kimseye zekât verse sonra o kimsenin
zengin veya bir Hâşimî, yâhûd bir Zimmî olduğu açığa çıksa ve-
ya kimliğini bilmeden zekâtını karanlıkta bir fakire verip de sonra
babası veya oğlu olduğu anlaşılmış olsa zekâtını iâde etmesi
îcâb etmez. Hangi maldan olursa olsun, nisâba mâlik olan kim-
seye zekât verilmez. Fakat nisâbdan az malı olan kimseye, sıh-
hatli ve kazancı bulunsa dahi zekât verilmesi câizdir.
(Ebu’l Hasen Ahmed b. el-Kudûrî, Kudûrî Tercemesi, 83.s.)
ZEKATI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ HUSUSLAR
1- Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allahu Teâlâ (C.C.)’nın kendisine verdiği faziletle kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır. Zengin vasıtasıyla Allahu Teâlâ(C.C.)’dan aldığını, kendisine rızık ve ibadetine yardımcı olarak alsın. Aldıklarını hiç olmazsa mübah yerlerde harcasın. Eğer aldığını isyanda harcarsa küfrân-ı ni’met ederek Allahu Teâlâ(C.C.)’nın gazabına uğramayı ve rahmetinden uzak olmayı Hak eder .
2- Zekat verene teşekkür etmek, dua etmek ve onu ivmektir. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah (C.C.)’a şükretmemiş sayılır» buyurulmaktadır. Vesilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
3- Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helâl değilse ondan sakınmalıdır. Haramdan kaçınan kimseye Allahü Teâlâ(C.C.), helalden kapı açar. Zalimlerden, haraç toplayan kimselerden mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekât, sadaka alınmamalıdır.
4- Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mübah olan miktarı almalı. Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lâzım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazlasını yine almamalıdır.
5- Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır.
ZEKATI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ, HUSUSLAR
1-Zekatın, kendisine verilmesini Allahü Teâlâ’nın farz etmesi, bu sûretle ihtiyâcını karşılayıp bütün düşüncelerini bir noktaya toplamak için olduğunu bimelidir.
Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allah-ü Teala’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır. Zengin vasıtasıyla Allah-ü Teala’dan aldığını, kendisine rızık ve ibadetine yardımcı olarak alsın. Aldıklarını hiç olmazsa mübah yerlerde harcasın. Eğer aldığını isyanda harcarsa küfran-ı ni’met ederek Allah-ü Teala’nın gazabına uğramayı ve rahmetinden uzak olmayı hak eder.
2- Zekat verene teşekkür etmek, dua etmek ve onu övmektir. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş sayılır.” buyrulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
3- Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helal değilse ondan sakınmalıdır.
“Her kim Allah’tan korkar ve takvâ üzerinde bulunursa, Allah onun için bir çıkacak ve sıkıntıdan kurtaracak çıkış yolu ihsân eder. Ummadığı yerden onu rızıklandırır.”
(Talak :2-3)
Haramdan kaçınan kimseye Allah-ü Teala, helalden kapı açar. Zalimlerden, haraç toplayan kimselerden, mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekat, sadaka alınmamalıdır.
4- Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mübah olan miktarı almalı. Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lazım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazalsını yine almamalıdır.
Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır.
(İhyau Ulumi’d-din, C.1, S: 618-621)
ZEKAT VERİLECEK KİMSELER
1- Nisab miktarı olmayan fakirler
2- Hiç bir şeye sahib olmayan miskinler
3- Zekat toplamak için tayin edilen memura zengin olsa bile çalıştığına karşılık olarak zekat mallarından verilir.
4- Bir para karşılığında azad edilmek üzere efendisiyle anlaşma yapmış olan köle ve cariyelere verilir.
5- Borcundan fazla nisab miktarı malı bulunmayan borçlulara.
6- Ebû Yusuf (r.a.)’a göre: Allah yolunda savaşmak istediği halde yiyeceği, silah ve teçhizatı olmadığından harbe katılamayan gazilere verilir.
7- Memleketinde malı olup fakat yanında bir şeyi bulunmayan yolculara verilir.
ARKA ARKAYA TUTULMASI ŞART OLAN ORUÇLAR
1- Ramazan orucnuun kefareti olan 2 aylık oruç
2- Katil kefarati olan oruçlar: Bir müslümanı veya bir zımmiyi kasten değil bir hata neticesinde öldüren bir müslümana kefaret lazımdır. Bu kefareti bulabilirse bir müslüman köle veya cariye azad etmek, bulamazsa arka arkaya 2 ay oruç tutmak.
3- Zıhar kefaret: karısının tçamamını veya onun bir azasını kendisine nikah ebedi haram olan kadının tamamına veya bakması haram olan bir azasına benzeten kimseye kefaret lazımdır. Bu kefaretle tamemen ramazan orucunun kefareti gibidir.
4- Yemin kefareti: Yaptığı bir yemini bozan kimseye lazım gelir. Bunun kefareti bulabilirse müslüman olan veya olmayan bir köle Azad etmek veya 10 fakiri akşamlı sabahlı doyurmak, yahut 10 fakire elbise almaktıır. Bu 3 şeyden birin yapmazsa arka arkaya 3 gün oruç tutmaktır.
ZEKAT VERMEĞİ İNKÂR
Sâlih bin Keysân (R.A.) rivâyet ediyor: “Hz. Ebû Bekir (R.A.)’ın Devr-i Hilâfeti’nde bazıları zekât vermeği inkâr edip mürtedd olunca Hz. Ebû Bekir (R.A.) ayağa kalktı. Allâh’a hamd ve O’u senâ ettikten sonra:
“-Size doğru yolu apaçık gösteren, mallar vererek zengin eden Allah’a hamd olsun! Şübhe yok ki Allâh, Muhammed (S.A.V.)’i tek başına, İslâm’ı da garîb olarak gönderdi. Allâh-ü Teâlâ, ehl-i kitâba gazâb etti. Onları lâyık olmadıkları hâlde lütûf ve keremiyle korudu. Onlar, İlâhî kitâbları tahrîf ettiler. Ümmî Arabların ise Allâh’a dâir hiçbir bilgileri yoktu. Allâh’a kulluğu ve ibadeti bilmiyor ve yapmıyorlardı. Sert bir arâzîde, bâtıl bir dîne inanarak, güç şartlar altında yaşıyorlardı. Sahâbî olmakla şereflenenlerin bir kısmı da böyleydi. Nihâyet Allâh-ü Teâlâ, onları ve bizleri, Muhammed (S.A.V.) vasıtasiyle bir araya toplayarak her şeyiyle şerefli bir kavim hâline getirdi. Allâh, onları birbirlerine yardımcı kıldı. Düşmanlarına karşı onlara yardım etti. Allâh-ü Teâlâ, Habîb-i Edîbi (S.A.V.)’i aralarından alınca şeytân onlara musallat oldu da, Allâh’ın, Nebîsi (S.A.V.)’i vasıta ederek kurtardığı delâlete yeniden düşmüşler ve çığırdan çıkmışlardır.” Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmiştir. Şâyed o ölür yâhûd öldürülürse, siz gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allâh’a zarâr veremez, fakat şükredenlerin mükâfâtını Allâh verir.” (Âl-i İmrân: 144) Çevrenizde yaşayan Arabların bir takımı, davarlarının ve develerinin zekâtını vermiyorlar, onlar mürteddirler. Siz de Nebî (S.A.V.)’in Devr-i Sa’âdeti’ndeki bazı hasletlerinizi kaybettiğiniz için o günkü gibi kuvvetli değilsiniz. Resûlullâh (S.A.V.), sizleri, kendisini dalâlette bularak doğru yolu gösteren, yoksul bularak zenginleştiren Allâh’a emânet etmiştir. Bir ateş çukuruna düşmekten kurtaran Allâh’a teslîm etmiştir. Allâh’a yemîn ederim ki Allâh’ın va’dini yerine getirinceye kadar bu dîn uğrunda harbden geri durmayacağım, ölenlerimiz şehîd olarak Cennet’e girecekler ve kalanlarımız ise kürre-i arzı, hükümrân olarak, ellerinde tutacaklardır.”
(M. Yûsuf Kandehlevî (Rh.A.), Hayâtü’s-Sahâbe (R.A.) C. 2, S. 437-438)
ZEKATI ALANIN DİKKAT EDECEĞİ, HUSUSLAR
1-Zekatın, kendisine verilmesini Allahü Teâlâ’nın farz etmesi, bu sûretle ihtiyâcını karşılayıp bütün düşüncelerini bir noktaya toplamak için olduğunu bilmelidir.
Fakirin vazifesi, yoksulluğun kadrini bilmek ve Allah-ü Teala’nın kendisine verdiği faziletlerin, kendisinden uzaklaştırdığı nimetlerden daha üstün olduğunu anlamaktır.
2- Zekat verene teşekkür etmek, dua etmek ve onu övmektir. “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükretmemiş sayılır.” buyrulmaktadır. Verilenin kusuru varsa onu gizlemek, hakir görmemek, yermemek, vermediği takdirde de vermedi diye aleyhinde bulunmamak ve aldığını büyük görmek.
3- Aldığına dikkat etmelidir. Eğer aldığı helal değilse ondan sakınmalıdır. Haramdan kaçınan kimseye Allah-ü Teala, helalden kapı açar. Zalimlerden, haraç toplayan kimselerden, mallarında haram bulunma ihtimali olduğundan zekat, sadaka alınmamalıdır.
4- Aldığı miktarda şüpheli kısımdan kaçınmalı, kendisine mübah olan miktarı almalı. Yolcu ise yerine varıncaya kadar kendisine lazım olan yiyecek, giyecek ve vasıta parasından fazlasını yine almamalıdır.
Muhtaç olduğu tahakkuk edince azamî bir senelik ihtiyacından fazlasını almamalıdır.
(İmam-ı Gazalî (Rh.A.) İhyau Ulumi’d-din, C.1, S: 618-621)
ZEKÂT KİMLERE VERİLİR
Zekât, müslüman fakirlere, miskinlere, borçlulara,yolculara, mükâteblere, mücâhidlere, âmillere verilir.
Fakir: Nisab mikdarı fazla bir mala sahib olmayan kimsedir. Hacet-i asliyye (zarurî ihtiyaç) sinden olmak üzere evi, eşyası, borcuna karşılık parası olsa bile fakirdir.
Miskin: Hiçbir şeye malik olmayıp yiyeceği ve giyeceği şeyler için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
Borçlu: Borcundan fazla nisab mikdarı mala mâlik olmayan kimse.
Yolcu: Malı beldesinde kalıp elinde birşey bulunmayan kimse.
Mükâteb: Bedel mukabilinde âzâd edilmek üzere efendisiyle bir mukâvele yapmış olan köle veya câriye demektir.
Mücâhid: Allah-ü Teâlâ (C.C.) yolunda gönüllü olarak cihâda iştirak etmek istediği halde nafakadan silah ve saireden mahrum olan gâzi demektir.
Âmil: Veliyy’ül emir tarafından emvâl-i zahirenin zekâtını toplamağa me’mur edilen kimsedir.
Bir kimse kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usul ve furûuna ya’ni, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğullarına, kızlarına, bunların çocuklarına, torunlarına veremez.
(Ömer Nasuhî Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, S. 357-359)
ZEKÂTIN HİKMETLERİ VE ZEKÂTTA NİYETİN ÖNEMİ
Zekâtın meşru olmasındaki hikmet pek önemlidir. Bir
Hadîs- Şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Mallarınızı zekâtla
koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvî ediniz, bela
dalgalarını da duâ ve yalvarışla karşılayınız” Doğrusu
zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir fe-
yiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz gösterir. Bunun çok
üstünde olarak da, kendileri Yüce Allah’ın rızâsını kazanıp
nice manevî mükafatlara kavuşurlar, nice manevî tehlike-
lerden kurtulurlar.
Zekâtın her yönden birçok yararı vardır. Bilindiği gibi,
kalblerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı
yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazan fena işlere
sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna
ve meyline direnilmiş olur, nefis de cimrilikten kurtulmuş olur.
Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat
ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve
koruma gibi yüksek duygular meydana gelir. Sonra zekât,
sosyal hayâtın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refa-
hına sebebdir. Yoksulları ve âcizleri, kendi varlığından fay-
dalandıran birzengîn, cemiyetin en değerli ve sevimli organı
sayılır. Fakîrlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından,
onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da
hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur.
Verilen bir zekâtın sahîh olabilmesi için, zekâtı verirken
veya onu ayırırken kalb ile niyetin bulunması şarttır. Dil ile
söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakîre zekât niyeti
ile verirken bunun bir bağış veya bir borç olarak verildiğini
dil ile söylemek zekâta engel değildir.
Not: ilmihal serisinin bir sonraki yazısı 22 Temmuz tarihin
dedir. (Ömer NasûhîBilmen (r.h.), Büyük islâm ilmihâli, 349-3SO.S.)
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ KİMSELER
Zekât verilecek kimseler: Müslüman fakîrler, miskinler,
borçlular, yolcular, mücâhidler ve amiller (zekât
toplayıcıla-rdır. Şöyle ki: Fakî r: ihtiyacından fazla olarak
nisâb mik-darı bir mala sâhib olmayan kimsedir. Bu
kimsenin temel ihtiyâçlardan olan evi, ev eşyası ve borcuna
denk parası bulunsa da, yine fakîr sayılır. Miskin: Hiç bir
şeye sâhib olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye
muhtaç olan yok-sul kimsedir. Borçlu: Bundan maksad,
borcundan fazla, nisâb mikdarı mala sâhib olmayan veya
kendisinin de baş-kasında malı varsa da, almas ı mümkün
olmayan kimsedir. Böyle borçlu olan kimseye zekât
vermek, borcu olmayan fakîre vermekten daha faziletlidir.
Yolcu: Bundan maksad, malı memleketinde kalıp elinde bir
şey bulunmayan garîb kimsedir. Böyle bir adam yalnız
ihtiyacı kadar zekât alabilir, ihtiyâçtan fazla alması helâl
olmaz. Bununla beraber bu gibi kimselerin mümkün olunca
borç almaları, zekât almalarından daha iyidir. Kendi
memleketinde bulunduğu hâlde malını kaybeden ve
böylece muhtaç durumda kalan kimse de yolcu
hükmündedir. Bunlar, sonradan mallarını ele geçirmekle,
almış oldukları zekât paralarından arta kalanı sadaka
olarak fakirlere vermeleri gerekmez.
Yukarıda gösterilen kısımlardan herbiri, zekâtın verile-
ceği yerlerdir. Bir kimse zekâtını bunlardan herhangi birine
verebileceği gibi, bir kısmına veya tamâmına da dağıtabilir.
Bununla beraber nisâb mikdarına ulaşmayan bir zekâtın,
bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü
bunun ihtiyacı karşılanmış bulunur. Bir fakîr bir zenginden
malının zekâtını isteyerek mahkemede dava edemez. Çün-
kü zekâtın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı
zamanda bu bir ibâdet olduğundan sahibinin din anlayışına
bırakılmıştır.
Not: İlmihal serisinin bir sonraki yazısı 26 Temmuz ta-
rihindedir.
(Ömer NasChf Bilmen (r.h.), Büyük islâm ilmihâli, 376s)
KAĞIT PARALARLA DEĞERLİ KAĞITLARIN ZEKÂTI
Kıymetli evrak ve kâğıt paralar, istenilen zamanda ban-
kaların nakde çevirdiği ve bedellerinin alınabildiği banknot-
lar nakid para hükmündedir. Çünkü bunların altın ve gümüş
gibi piyasada kullanılması âdet hâline gelmiştir. Bunların
karşılıkları gerçekten veya hükmen mevcûd bulunmaktadır.
Bunlar hazır bir mal demektir ve bütün insanların servetini
teşkil etmektedir. Bunlardan yeterince elde bulunduranlar
fakîr değil, zengin sayılmaktadır. Bunlar sâdece bir alacak
senedi yerinde değildir. Bunlardan hemen faydalanmak
mümkündür. Bunlar birer geçerli para ve değişim vâsıtası
olarak kabul edilmiştir. Bunlar diğer paralar gibi istenilen
zamanda harcanır ve değiştirilerek karşılığında yarar sağ-
lanır.
Bu sebeble bunlar, geçerli para ve ticâret malları hük
münde olup kendi başlarına veya diğer altın ve gümüş
paralarla veya ticâret malları ile beraber nisâb mikdarın-
da olunca en az iki yüz dirhem kıymetine denk bulunun
ca, sene sonunda altın veya gümüş ile olan kıymetlerinin
kırkta biri nisbetinde zekâta bağlı olurlar. Bu zekât kendi
cinslerinden de verilebilir. Meselâ, kırk liranın zekâtı için
bir lira zekât verilmesi caizdir. Eğer bunlar, altın ve gümüş
gibi nakid sayılmayıp zekâta bağlanmasalar, fakîrler zekât
nimetinden mahrum olur. Birçok zengin de, servetlerini bu
gibi kâğıt ve mâdeni paralara bağlayarak zekât gibi büyük
bir ni’metin sevabından nasîbsiz kalm ış bulunurlardı. Böy
lece zekâtın farziyetindeki şer’î hikmet de ortaya çıkmazdı.
Bankalara yatırılan ve belli müddetlerde alınabilen ve kar
şılığında senedleri bulunup başkalarına devredilebilen asıl
paralar da, ikrarla, senedle sabit borç paralar hükmündedir.
Onun için bunlar da nisâb mikdarında bulunup üzerlerinden
her bir sene geçtikçe zekâta bağlı olurlar.
Not: ilmihal serisinin bir sonraki yazısı 25 Ağustos’tadır.
(Ömer NasChî Bilmen (r.h.), Büyük islâm ilmihâli, 362.s)