Zekâtın meşru olmasındaki hikmet pek önemlidir. Bir Hadîs- Şerîfte şöyle buyurulmuştur: “Mallarınızı zekâtla koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedâvî ediniz, bela dalgalarını da duâ ve yalvarışla karşılayınız” Doğrusu zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce Allah’ın rızâsını kazanıp nice manevî mükafatlara kavuşurlar, nice manevî tehlikelerden kurtulurlar.
Zekâtın her yönden birçok yararı vardır. Bilindiği gibi, kalblerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazan fena işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefis de cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir. Sonra zekât, sosyal hayâtın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve âcizleri, kendi varlığından faydalandıran bir zengîn, cemiyetin en değerli ve sevimli organı sayılır. Fakîrlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur.
Verilen bir zekâtın sahîh olabilmesi için, zekâtı verirken veya onu ayırırken kalb ile niyetin bulunması şarttır. Dil ile söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakîre zekât niyeti ile verirken bunun bir bağış veya bir borç olarak verildiğini dil ile söylemek zekâta engel değildir.
(Ömer NasûhîBilmen (r.h.), Büyük islâm ilmihâli, 349-3SO.S.)