“İnfaklarının kabul edilmesine mâni olan (başka birşey değil), sırf Allâh’ı ve Resûlünü inkâr edip, nâmaza üşene üşene gelmeleridir. Onlar, ancak isteksiz olarak infakta bulunurlar.” (Tevbe s. 54)
Âyet-i kerimedeki “Onlar, ancak isteksiz olarak infakta bulunurlar…” buyruğunun ma‘nası, “Onlar, Allâh’a itaat maksadıyla infak etmeyip, aksine zahirî bir menfaat gözettikleri için infâkta bulunurlar.” şeklindedir. Bu böyledir, zira onlar, infâkı, boşa yapılmış bir harcama ve bir ziyan addederler ki, bu da, zekât verirken ya da Allâh yolunda bir harcamada bulunulurken, nefsin hoşnut olması gerektiğini gösterir. Zira Allâhü Te‘âlâ, münafıkları, infâki gönülden istemeyip kerih görmelerinden dolayı kınamıştır. Bu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “mallarınızın zekâtını, gönülleriniz hoşnut olarak veriniz” hadisinin ifade ettiği husustur. Binâenaleyh bir kimse, zekâtını, hoş karşılamayarak, istemeye istemeye verirse, bu küfür ve nifak alâmetlerinden olmuş olur. Musannif (Râzî), sözünü şöyle sürdürmektedir; “Bu bahislerin neticesi, tâatların özünün, onları sırf kulluk maksadıyla yapmak ve taâtta tam inkıyâd içinde bulunmak olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh, şâyet kişi bu tâatlarını bu maksatla yapmazsa, onda herhangi bir fayda olmaz; aksine çoğu kez bu, yapan üzerine bir yük olmuş olur.
“Onların malında ihtiyacını arz eden ve arz edemeyen yoksullar için bir hak vardır.” (Zâriyat s. 19) âyetine göre zekât, zenginin malında fakirin hakkıdır. Bu hak çıkarılmak zorundadır. Zekâtı verilmeyerek fakirin hakkı kalan mal, o maldan yiyenleri ma‘nen zehirleyen bir şeydir. Allâh (c.c.): “Mü’minlerin mallarından, kendilerini temizleyen, mallarına bereket veren zekâtı al.” (Tevbe s.103) buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Zekât vererek mallarınızı kale içine alınız.” buyurmuştur.
(Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr, c.12, s.22)