Mevlana Hazretlerini Doğru Anlamak

Mevlana Hazretlerini Doğru Anlamak başlıklı yazımızı istifadenize düşünüyoruz.
Mevlânâ Hazretleri, Müslim veyâ gayr-i Müslim herkese karşı yaptığı iyi muâmele ve güler yüz ile her tarafta, meşhûr oldu. O zamânlar İstanbul’da bulunan meşhûr bir nasrânî (hristiyan) papaz, merak edip Mevlânâ’yı görmek istedi. Yollara düşüp Konya’ya geldi. Konya’da yaşayan nasrânîler onu karşıladılar. Yolda giderken Mevlânâ’yı gördüler. Papaz sür’atle yetişip, Mevlânâ’ya çok ta’zim ve hürmet gösterdi. Papaz ve orada bulunan diğer hıristiyanlar, Mevlânâ’nın iltifâtı ve tevâzusu karşısında ve olgunluğu karşısında yanında dayanamayıp, Kelime-i şehâdet getirip Müslümân oldular.
Mevlânâ Hazretleri’nin hasta kalblere şifâ olan kıymetli sözlerinden bazıları şunlardır: Buyurdular ki: “Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) gittiği Ehl-i Sünnet yolundan yürüyüp bu yolu canlandırmalıdır. Allâhü Te‘âlâ’nın sevdiği ameller, ibâdetler ile, helâl yollardan çoluk çocuğunun ihtiyâçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalıdır. Hep helâli istemeli, helâlinden yiyip helâlinden içmeli ve helâlinden giymelidir. Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı. Her hareketimizi Nebî (s.a.v.)’in hâl ve hareketlerine uydurmalıyız. Herkes, bir san’ata sâhip olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir. Talebelerimden bunu özellikle istiyorum. Bizim yolumuzda olanlara, kıyâmet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız. Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i Sünnet yoluna muhâlefet edenler, kıyâmet günü bizi göremeyeceklerdir.”
“Tenhâda yalnız kalınca da günâhtan sakınmalıdır.” “Az konuşmalıdır. Altı yerde dünyâ kelâmı ile meşgûl olmak uygun değildir. Bu konuşma yerleri: Mescidler, ilim meclisleri, ölü yanı, kabristanlar, ezân okunurken ve Kur’ân-ı Kerîm okunurkendir.” “Hakîkî bir âlime, rehbere teslim olmalıdır.”
Not: İslâm’da çalgı aletlerinin çalınması ve dinlenmesi câiz görülmediğinden, bu tip fiilleri Hz. Mevlânâ (k.s.)’a isnad etmek doğru olmaz. Ayrıca kendilerinden yapılan sağlam rivâyetlerde bu tür şeylere rastlanmadığı, aksi rivâyetlerin 15. yüzyıldan sonra yayıldığı bilinmektedir.
(İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, c.8, s.147-193)