Şiîler, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’i kötülemekle, dolaylı olarak İslâmiyeti ve Kur’ân-ı Kerîm’i kötülemişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’in toplanmasında herbirinin hizmeti olduğu gibi, İslâmiyeti bize ulaştıranlar da onlardır. Bu sebeple, onları kötülemek, Kur’ân-ı Kerîm’i ve İslâmiyet’i kötülemeye götürür. Şiîlerin dediği gibi, halîfelik dînin esaslarından yâni îmânı ilgilendiren bir rükûn değildir. Fakat bâzı Şiî gurupları bunda taşkınlık yaptığından Ehl-i Sünnet âlimleri halifeliğe âit bilgileri Akâid ve Kelâm ilmi içine almışlardır. Üstünlükleri hilâfet sırasına göredir. Böyle inanmak, Ehl-i Sünnet olmanın alâmeti ve işâreti sayılmıştır. Ehl-i Sünnet’e göre peygamberlerden başkası mâsum, günâhlardan korunmuş değildir. Hiçbir evliyâ sahâbîlik derecesine ulaşamaz, nerde kaldı ki peygamberlik derecesine yaklaşabilsin. Halbuki Şîilerde imamlar mâsum, yâni günâhtan korunmuşlardır. Onlara vahiy de gelmektedir. Ehl-i Sünnet, Hz. Ali (k.v.)’nin ve bütün Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’in birbirini sevdiğini kabul eder. Dolayısıyla Hz. Ali (k.v.)’nin takiyye yaptığını reddeder. Şiîler, târih boyunca Ehl-i Beyt’ten bir mübârek zâtı kendilerine siper etmişlerdir. Meselâ, Ca’fer-i Sâdık (r.a.)’in yolunda olduklarını iddia ederler ve kendilerine “Câferî” ismini verirler. Halbukî, bu mübârek zât, Şiî inancında olmadığı gibi, târihî kaynaklarda bildirildiği üzere onların görüş ve fikirlerini reddetmiş, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (r.a.) gibi Ehl-i Sünnet’in reisine hocalık yaparak tasavvufta daha yüksek mertebelere ulaşmasını sağlamıştır. Yine bazı Şiî fırkalarının, Allâhü Teâlâ’nın Hz. Ali (k.v.)’ye hulûl ettiğini (girdiğini) ve onun ilâh olduğunu söylemeleri, Ashâb-ı Kirâm (r.a.e.)’den bir kısmını kâfirlikle ithâm etmeleri gibi inançlar İslâmiyet’ten ayrıldıklarını göstermektedir. Şiîlerin ezân, abdest, namaz, nikâh gibi fıkhî konulardaki farklı noktaları, âdetâ îtikâdî esasları gibi onların ayırıcı özellikleri olmuştur. Bu husûsiyetleriyle müslümanların asırlardan beri doğru ve hak olduğunda söz birliği ettikleri Ehl-i Sünnet’in ameldeki dört mezhebinden ayrılmışlardır. (Rehber Ansiklopedisi, c.18, s.284)