İslâm hukuku insafla incelendiğinde zaman, toplumların mutluluk ve istikrarına tek çare ve ilaç olduğu görülecektir. İslâm hukuku, kaynak itibari ile beşer üstü olduğundan, müeyyide ve kaideleri ile her zaman şamil, insan cinsinin ihtiyaçlarını karşılayacak genişlikte ve mükemmeliyette olduğu için, beşer tarafından düzenlenen kanunlardan büyük bir üstünlük ve imtiyaza sahiptir.
İslâm kaynaklarında âhir zamanda sünnet dışında gelişecek bir takım olaylardan haber verilmiştir. Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’den rivâyet edilen hadiste, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sizler yakında benden sonra bencil kimseler ve makbul saymayacağınız işler göreceksiniz.”
Yüce Allâh, gece ibâdet edenleri Resûlü (s.a.v.) ile birlikte zikretmiştir. […]
Son devirde ülkemizde yaşamış en büyük velilerden Hz. Sâmî (k.s.)’un “tabiri câiz ise” kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmî (k.s.)’a hizmete ve ondan istifadeye adamış ve yine o zâtın vasiyyetleri gereği teçhiz ve tekfin işlerini yapmış, onun yolunu hâlâ insanlara anlatan ve Hz. Sâmî (k.s.)’un manevî evlâdı ve vazifelisi olan Muhterem Ömer Muhammed Öztürk, Hz. Sâmi (k.s.) ile yaşadıkları bir Berât kandili gecesini şöyle anlatmışlardır:
Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak tarîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı. Bu husûsu kendileri şöyle anlatıyorlardı: “Birinci Cihân harbinde Osmânlı ordusunda levâzım subayı olarak vazîfe gördüm.
Üstâdına olan muhabbet ve bağlılığını dâimâ arttırarak devâm ettiren Hazreti Sâmî Efendimiz bütün gün ve gecelerini hizmet yolunda geçirdiler. Sâmî Efendimiz dergâhın temizliğinden, ihvânın her türlü ihtiyaçlarına varıncaya kadar bütün hizmetlerini seve seve yaparlardı. Hazret-i Es‘âd Erbilî Efendimizin: “Mâ‘nen bizimle aynı mertebededir, lâkin bu vazîfe bize verildi” diye ta‘rîf ettikleri Hüseyin Efendi Hazretleri yatalak olunca:
Mürşid-i kâmilini bulan ve Zât-ı ‘Âlîlerinin onun ifâdesi ile “Eyyâm-ı şebâbını (gençlik günlerini) şerîat-ı mutahhare ve tarîkat-ı ‘âliyye hizmetinde” geçiren Hazreti Sâmî Efendimiz ma‘nevî mertebeleri hızla aşıyorlardı. Bu yolda kendi ifâdeleri ile ihlâs ve tam teslîmiyet şarttı. Ölünün yıkayıcısına teslîmiyeti gibi mürîd de mürşîdine teslîm olmalıydı ki bi-izni’llâh neticeye ulaşsın. Kendileri anlatıyorlar:
İlk, orta ve lise tahsîlini Adana’da tamâmlayan Hz. Sâmî (k.s.), yüksek tahsîlini İstanbul’da yaparlar. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Hz. Sâmî (k.s.), bu arada bir müddet Gümüşhâneli Dergâhı’na devâm ederler. Bu sırada Bâyezıd dersiâmlarından Rüşdü Efendi (Eski Beşiktaş müftüsü Merhûm Fuat Çamdibi Hocanın babası): “Sâmî Evlâdım, gel seni Şeyhülmeşâyih Es‘âd Erbilî Hazretlerine götüreyim.” der.
Hz. Mahmud Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi vazifelisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kâleminden yayınlamaya devam ediyoruz: Hz. Sâmi (k.s.), sâlih dostların birbirlerine olan yardımlarının Kıyâmet günü de devâm edeceğinin tefsîrde beyân edildiğini sohbetlerinde sık sık anlatırlardı:
Resûl (s.a.v.)’in risâleti bütün dünyaya ve alemlere şâmil ve rahmet olduğu: “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten lil âlemin (Seni de (ey resulüm) biz ancak alemlere rahmet için gönderdik” (Enbiya s. 107)
Rivayet olunduğuna göre Abdurrahman b. Avf (r.a.)’a ait bir ticaret kervanı Şam’dan dönüyordu. Kafile Medine-i Münevvere’nin caddelerine ulaştığı zaman çarşıda bir kımıldama ve hareketlilik meydana geldi.
Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin.
Cenâb-ı Hâkk şöyle buyurmaktadır: “…kulak, göz, gönül, bunların herbiri yaptıklarından sorumludurlar.” (İsra s. 36)
Efendimiz (s.a.v.)’in bizlere olan emir ve vasiyetlerinden biri, kış ve yaz günleri şer’i mazeretlerimiz olmadan Cuma guslünü terk etmememiz hakkındadır. İmâm Şâfii (r.âleyh) Hazretleri, “Yolculukta olsun, hazarda olsun, kış ve yaz mevsimlerinde olsun, Cuma gününün guslünü bir kere dahi bırakmış değilim” buyurmuşlardır.
Enes (r.a)’den rivâyet edildi ki, Allâh Resûlü (s.a.v) şöyle buyurdu: “Susmak hikmettir (akıllılıktır), fakat onu yapanlar azdır.” Bu hadisi zayıf bir senedle Beyhakî tahriç etmiş ve şunu söylemiştir:
İnsanoğlu bu dünyaya keyfine göre yaşaması için gönderilmemiştir. İnsanın boynunda kulluk halkası bulunmaktadır ve kıyâmet günü bu dünya yaşantısının hesabını verecektir. Dolayısıyla insan tüm hayatı boyunca bu gerçeği bilerek ve unutmayarak yaşamalıdır.
Câbir ibni Semüre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre bir defasında Peygamber (s.a.v.) Efendimiz onun yanağını okşamıştı. Câbir bu ânı şöyle anlatır: “Eli öyle serin idi ve öyle güzel kokuyordu ki, sanki mübârek elini güzel koku satan bir adamın sepetine daldırıp çıkarmış gibiydi.” Başka biri de şöyle demiştir:
Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sıkıntı ve belâları nimet ve rehâvete tercih etmeleri idi. Çünkü bu sayede Allâh (c.c.)’a yönelişleri sürekli oluyordu. Öyle ya, Allâh (c.c.)’u seven kendisini Allâh (c.c.)’a yaklaştıran, kendisine Allâh (c.c.)’u hatırlatan her şeyi sever. Vehb b. Münebbih (r.âleyh) şöyle diyordu:
Sahâbenin, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) katında dinin eminleri ve hidâyete kavuşmuş yıldızları oldukları kesin delillerle belirtilmiştir.
Hz. Ömer (r.a.)’in Peygamberimiz (s.a.v.)’e nisbet ettirdiği bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “İnsanlar dinar ve dirhem hırsına kapılır, alışverişte birbirilerini aldatır, sığırların kuyruklarına tâbi olur yani ekme biçme işlerine dalar, Allâh yolunda cihadı terk ederlerse, Allah belâ indirir. Dinlerine dönüp, şeriata uygun şekilde yaşamadıkları sürece o belâyı kendilerinden kaldırmaz.”
Ebû Derda (r.a.)’in şöyle dediği anlatılır. “Ey insanlar, nedir başınıza gelenler? Görüyorum ki, bir şey bilenleriniz (âlimleriniz) bir bir gidiyor. Bir şey bilmeyen cahilleriniz ise, bir şey öğrenmek istemiyor. Âlimlerin gidişi ile ilim kalkmadan bir şeyler öğrenmeye çalışınız.