Sahâbenin, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) katında dinin eminleri ve hidâyete kavuşmuş yıldızları oldukları kesin delillerle belirtilmiştir. Onlar, “Şüphesiz Kur’ân’ı biz indirdik ve onu yine biz koruyacağız.” (Hicr s. 9) âyetinin mânasınca değişiklik ve yanlışlıktan korunmuş olan Kur’ân’ı me’sûr tefsirleriyle ve “Burada hazır olanlar olmayanlara duyursun” güzel hitabınca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bütün fiil, hâl, takrîr ve sözlerini ortaya çıkış sebepleriyle birlikte nakil ve tebliğ için seçilmişlerdir. Tâbiîn (r.a.e.) de onların hayırlı halefleridir. Her iki neslin de değerini bilmemek kadar câhillik, dinî hizmetlerini inkâr edecek kadar nankörlük düşünülemez. İslâmiyete sahip çıkıp onu koruyan, yayan ve sağlam bir kulpa yapışan bu mâna erlerini, hata ile ithâm çıkmazına batan sapık fırkalar, din ve mezheplerini şaşılacak bir şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kadar dayandırabiliyorlar. Kur’ân’ı anlayıp hüküm çıkarabilmek için yalnızca Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ehl-i Beyti (r.a.e.)’den rivâyet edilen hadislere vâkıf olmak yeterli değildir. Şâri‘ Hz. Peygamber (s.a.v.)’in beyânlarını içine alan bütün sünnet ve hâdîsleri de kesinlikle göz önünde bulundurmak gerekir. Bu durumda sahâbe ve tâbiîn (r.a.e.)’in rivâyet ve haberlerine itimat etmeyen kendini beğenmiş kişilerin, Kur’ân âyetlerini kendi görüş ve heveslerine göre bâtıl te’villere çektikleri, “Kalplerinde eğrilik olan kimseler fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar” (Âl-i İmrân s. 7) âyetinde belirtildiği gibi doğru yoldan sapıp uzaklaştıkları, sanki İslâmiyet ile bir benzerliği varmış gibi görünen geçersiz bir mezhep ve bâtıl bir yol ortaya koymaya uğraştıkları kolayca anlaşılır. İşte bu hakîkate bağlı olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) “Ümmetim çeşitli fırkalara ayrılacak” hadisinin sonunda bunlardan kurtulacak fırkayı (Fırkâ-yı Nâciye) “Onlar bana ve ashâbıma uyarlar” diye tanımlayarak diğerlerinden ayırmıştır.
(Manastırlı İsmail Hâkkı, İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (r.a.) Hayatından Rabbânî Esintiler, s.25-26)