1926 ve sonrasında aile hukukuna ait düzenlemeler, Avrupa’nın Hıristiyanlık-modernizm sentezini önemseyen milliyetçi iktidarların etkilerini taşıyordu. Avrupa’nın milliyetçi iktidarları için, evlilik toplumsal bir değere haizdi. Evlenme akdi ile oluşan aile de toplumsal değerleri koruyan birim olarak değerliydi, korunması gereken bir kurumdu. Bunun için Türkiye’de 1926’dan sonra getirilen Medeni Kanun, birden çok yönüyle İslâm hukukuyla çatışsa da toplumsal değerini önemseyerek aileye karşı savaş açmıyor, ailenin doğrudan varlığına karşı hükümler içermiyordu. 28 Şubat döneminde başlayıp daha sonra ısrarlı bir şekilde yapılan Medeni Hukuk düzenlemeleri ise bundan çok farklı bir mahiyete sahip. Bu yasalar, tamamen Avrupa Birliği Uyum Paketleri içinde ele alındı ve bugün ailenin dağılması ile ilgili şikâyetlerimizin ana sebeplerinden birini teşkil ediyor. 20. yüzyıldan bu yana dayatılan sosyo-ekonomik düzen, bütün unsurları ile aile kurmayı özünden zorlaştırıyor. Buna son yıllarda zorunlu eğitimin toplumsal ihtiyaçla açıklanmayacak şekilde resmiyette on sekiz yaşına kadar çıkarılması, gayri resmi olarak ise dört yıllık fakülte düzeyine taşınması eklenince gençlerin aile kurma çabası ağır darbe aldı. Son dönemde hepimizin “yedek beyni” hâline gelen iletişim araçları ile yayılan “serbest yaşama” eğilimi bu darbeyi daha da derinleştirdi. Ama bu sosyo-ekonomik koşullar, aile kurumunu yok etmeye yetmemiş olacak ki, yeni düzenlemelerle, aile kurma yaşı yukarılara taşındı, boşanma kolaylaştırıldı, boşanan kadınların yeniden evlenmesi zorlaştırıldı. Düzenlemeler, ihlal durumunda çok ağır hapis cezaları ön gören ceza hukuku ile de desteklendi. Böylece toplumun daha önceki yasal süreçte varlığını koruyan geleneksel tutumunu sürdürmesi neredeyse imkânsız hâle geldi. Bu durumda yapılacak iş İslâm’ın aile hukukunu yaşatmak, bu konuda pratik adımlar atmaktır. (www.dogruhaber.com)