“Ey Habibim, o hicreti terk edenlere de ki; babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, soylarınız, kazândığınız mallar, geçersiz olmasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler, size Allâh ve Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise artık Allâh’ın emri (azâbı) gelinceye kadar bekleyin. Allâh fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.” (Tevbe s. 24) Bu kadar tehdit, Resûlullâh (s.a.v.)’i sevmenin gerekli olduğuna, vacip olmasının kesinliğine, kadrinin yüceliğine ve Resûlullâh (s.a.v.)’in buna müstahâk olduğuna, teşvik, tembih, hüccet ve delil bakımından kâfidir. Çünkü, Allâhû Teâlâ: “Artık Allâh (c.c.)’un emri (azâbı) gelinceye kadar bekleyin.” sözü ile malı, akrabası, çoluk çocuğu kendisine Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.)’den daha sevimli olanların halinin çirkin olduğunu, onlara azâp vereceğini beyân buyurdu. Sonra âyet-i kerimenin sonu ile onların fâsık olduklarını ve sapıklardan olup Allâh (c.c.)’un hidâyetine ulaşamadıklarını bildirdi. Ömer b. el-Hattab (r.a.) Resûlullâh (s.a.v.)’e: “Allâh (c.c.)’a yeminle söylerim ki ya Resûlallah, canım hariç, bana her şeyden sevgilisin.” Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurur: “Ben kendisine canından daha sevgili olmadıkça, sizden biriniz asla imân etmiş olmaz.” Hz. Ömer (r.a.): “Sana Kur’ân’ı gönderen Allâh (c.c.)’a yemin ederim ki, sen bana canımdan daha sevgilisin.” Resûlullâh (s.a.v.): “Ey Ömer şimdi tamam” buyurdu. Sehl b. Abdullah (r.âleyh) der ki: “Resûlullâh (s.a.v.)’in emir ve hükümlerini bütün işlerinde tatbik etmeyip, kendi nefsinin isteğine göre hareket ederse, o kimse Resûlullâh (s.a.v.)’in sünnetinin tadını tadamaz. Çünkü Resûlullâh (s.a.v.)’in buyuruyor ki: “Sizden biriniz, ben kendisine kendi canından daha sevgili olmadıkça imân etmiş olmaz.” (Kadı Iyâz, Şifâ-i Şerif, s.398-399)