Yahya Kemal diyor ki; Türkler yalnız mekânı değil, zamanı da fethetmesini bilen bir millettir. Nitekim Rumeli’yi alıyorlar, biz burada yedi asır oturacağız diyorlar ve oturuyorlar. Mısır’da dört yüz sene kalacağız diyorlar ve kalıyorlar. Halbuki zamanı fethedemeyenler, gittikleri yerde pâyidâr olamıyorlar. İskender’in cihangirliği ancak yaşadığı sürece devam etti, sonra yıkıldı. O halde bunun sebebi nedir? Sebebi şudur: Türkler gittikleri yere kendi medeniyetlerinin ve kültürlerinin en başında adaleti götürüyorlardı. Bunun sırrı âdil olabilmektir. Adaletimiz pâyidâr olduğu müddetçe bu böyle devam etmiştir. Bir Rum müellifi diyor ki; Birinci Murad Hüdâvendigâr Edirne’yi kuşattığında mevsim yazdır ve üzümler de olmuştur. Şehirden ve civardaki bağlardan herkes Türkler geldi diye korkup kaçmıştır. Fakat Edirne’yi almışız. Herkese emniyet gelmiş ve halk da geri dönmüştür. Tabii ki bağları olanlar da bağlarına koşmuştur. Bakmışlar ki, kütüklerde üzüm kalmamış. Türkler hepsini koparıp yemişler. Lâkin ne görsünler? Her kütüğün dibinde paraları duruyor. Elbette bizden emin olarak sahipleri gelince paralarını alsınlar, hakları kalmasın, demişler. Bu ne yüksek bir adalet duygusudur! Esasen bir memlekette adaletin baş şartı, herkesin birbirine karşı âdil olmasıdır. Fatih Sultan Mehmet Hân, İstanbul’u fethedince yine aynı adalet en öne geçiyor. Her şeyden önce İstanbul’a o yerleşiyor. İnsan hakları koruma altına alınıyor. Bunun en büyük misâli, Hıristiyan reâyâya (şer’î sınırlar içinde) dini muhtariyet verilmesidir. Halbuki Batılılar, o devire ve en büyük şahsiyetlerine hücum ediyorlar, türlü yobazlıklar içinde yüzüyorlar, halklarına türlü zulümler ve adaletsizlikler yapıyorlardı. Bizde ise on beşinci asırda bambaşka bir tablo vardı. (Süheyl Ünver, 29.05.1953-Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek)