Türklerin İslâm dairesine girdiği sırada inanç ve yaşantıları İslâmiyet’e çok yakındı. Bu durum onların evvelce sahip oldukları doğru inanç ve itikattan ve beğenilen huylardan kopmadıklarını gösteriyordu. Bu sebeple de Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüşt mis-yonerlerinin yoğun faaliyetlerine maruz kaldıkları bir dönemde kolaylıkla İslâmiyet’i seçtiler. Türk Milleti bu geçişle birlikte mutlâk olarak kendilerini Cenâb-ı Hâkk’ın seçtiği ve İslâm’ı dünyaya duyurmak üzere büyük bir vazifeyi üzerlerine almış olduğu şuurundaydılar. Nitekim ilk İslâmî destanları bunu açıkça gösteriyordu. Satuk Buğra Han destanında bu büyük Türk hakanının ruhunun, Miraç’ta Peygamber (s.a.v.) Efendimizle görüştürülmesi hadisesi çok anlamlıdır. Miraç’ta şanlı Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in duâsına mazhar olan Satuk Buğra Han, Türk Milleti’ne büyük ülkü ve ideali de aşılamıştır. Bu ülkü: Î’lâ-yı Kelimetullâh davasının müdafii ve savunucusu olmaktı. Sultan Alparslan, “Biz halis Müslümanlarız. Bidat nedir bilmeyiz. Onun için Cenâb-ı Hâkk biz Türkleri aziz kıldı” derken bu ülkünün sevdalısıydı. Sultan Melikşah bir seferinde Akdeniz’e ulaştığında: “Ya Rabbi şu uçsuz bucaksız deniz önüme çıkmasa idi, adını gidebileceğim yere kadar götürürdüm” diyerek acziyetini beyân ederken bu ülkünün cihangiri idi. Yahya Kemal, Yavuz Sultan Selim Hân’ın vefatı için: “Sultan Selim-i Evveli ram etmeyip ecel / Fethetmeliydi âlemi şan-ı Muhammedi” diye hayıflanırken, bu cihangir padişahın hedef ve idealine mükemmel bir surette ışık tutmaktaydı. Dolayısıyla Türk Milleti Satuk Buğra Hân’dan itibaren Orta Asya, Hindistan, Afganistan, Mısır, Suriye, Anadolu, Afrika ve Avrupa’da kurmuş olduğu devletlerle Cenâb-ı Hâkk’ın yüce ismini her tarafa duyurmuştu. Gazneli Mahmud, Tuğrul Bey, Muhammed Alparslan, Melikşah, Baybars, Babur, Evrengzib, Emir Timur ve Osman Gazi’den II. Abdülhamid Hân’a kadar Osmanlı sultanları hep bu ideal ve aşkla çalışmışlardır. (Prof. Ahmet Şimşirgil, Mızraklı Hakîkât)