Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak tarîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı. Bu husûsu kendileri şöyle anlatıyorlardı: “Birinci Cihân harbinde Osmânlı ordusunda levâzım subayı olarak vazîfe gördüm.
Selefi Salihin’in güzel bir ahlâkı sıkıntı ve belâları nimet ve rehâvete tercih etmeleri idi. Çünkü bu sayede Allâh (c.c.)’a yönelişleri sürekli oluyordu. Öyle ya, Allâh (c.c.)’u seven kendisini Allâh (c.c.)’a yaklaştıran, kendisine Allâh (c.c.)’u hatırlatan her şeyi sever. Vehb b. Münebbih (r.âleyh) şöyle diyordu:
Sahâbenin, Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v.) katında dinin eminleri ve hidâyete kavuşmuş yıldızları oldukları kesin delillerle belirtilmiştir.
Şeyh İmâm Gazâlî (r.âleyh) Hazretleri, “Minhâcü’l-Âbidîn” isimli kitabında şunları zikretmiştir:
Size vasiyetim ey oğlum! Akıldır, edeptir ve takvâdır. Tüm durumlarda geçmişlerin eserlerini izle, Ehl-i Sünnet ve Cemaat’e bağlı ol. Fıkıh ve hadis öğren. Câhil sûfilerden sakın. İmam ve müezzin olmamak şartıyla namazıı cemaatle kıl.
Mürşid-i kâmil olmadığı hâlde mürşidlik ve şeyhlik iddia edenler, hakikatte yol kesen eşkıyâlardır. Bir yerden bir yere giden kişi veya kervânların yolunu kesip onların değerli eşyâ ve paralarını alan haramzâdelere “kutta-i tarik” (yol kesen) eşkıya denilir.
Allâhü Teâlâ’nın veli kullarının gösterdikleri kerâmet haktır ve doğrudur. Kerâmetin var olduğuna inanmak dini akidelerimizdendir. Kerâmet belli bir ruh disiplini altında yapılan riyâzet ve dini ölçülere uygun âmel etmek neticesinde zuhur eden harika bir haldir.
Nefsin on askeri (kötü huy ve isteği) vardır: 1. Hırs. 2. Şehvet. 3. Cimrilik. 4. Aşırı istek. 5. Doğru yoldan ayrılıp uzaklaşmak. 6. Acımasızlık, merhametsizlik, katı kalplilik. 7. Kötü ahlâk. 8. Sonu gelmeyen arzu, istek, emel. 9. Aşırı hırs. 10. Tembellik
Gönüller sultânı Hazret-i Sâmî (k.s.), kalbin Kur’ân-ı Kerîm’de beş sınıf olarak beyân edildiğini anlatırlardı. Ezcümle: 1. Ölü kalb, 2. Hastalıklı kalb, 3. Gâfil kalb, 4. Zâkir kalb, 5. Ma‘nen diri (hayy) kalb. Kalbimizi her türlü hastalık ve tehlikelerden koruyacak birinci şartın zikru’llâha devâm olduğunu her defasında tekrâr tekrâr beyân buyururlardı.
Bütün hayatı manevî kerâmet (ya‘ni istikâmet) olan Efendimiz Hazretleri, kendilerinden sâdır olan kerâmetleri böylece saklamamızı bize öğretmiş oluyorlardı. Böylece kerâmetin matlûb olmadığını, zuhûrunun o kişilere Allâh (c.c.)’ün rahmeti olduğunu anlatmış oluyorlardı.
Bu sünnete uygun hayat günümüz insanlarının ancak örneklerini kitâblarda görebildiği bir şekilde tam 96 yıl devâm etmiştir. Doğumlarından dâr-ı bekâya intikâllerine kadar gecesiyle, gündüzüyle, harekâtı ve sekenâtı ile günün 24 saatinde sünnet-i seniyyeye; Hazret-i Abdullâh ibn-i Ömer radıyallâhu anhümânın dediği gibi ve Pîr Efendimiz Hazretlerinin de mısralaştırdığı şekilde: “Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin eşiğinde aklı kurbân ederek” katıksız, tam teslîmiyetli bir sünnet tatbîkâtıdır bu mübârek hayat!
Doğumundan i‘tibâren bütün hayatı boyunca bu müjdenin şanlı izlerini taşıyan bu zâta, “Âlî makâm sâhibi” ma‘nâsına gelen Sâmî ismi konur. Her hâlleri büyük, yüksek makâm sâhibi oluşlarının dışarıya tezâhürüdür.
Hazret-i Sâmi (k.s.)’un hayatını manevi görevlisi ve ihvâna kılavuzu Muhterem Ömer Muhammed Öztürk’ün kaleminden yayınlıyoruz: 1892 Yılında Adana’nın Tepebağ mahallesinde dünyâya teşrîf eden Hazret-i Sâmî (k.s.)’un babaları Müctebâ Efendi, anneleri Ümmügülsüm Hanımefendilerdir.
Muavvez kızı Rubeyyi (r.anhâ)’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Biz kadınlar Nebî (s.a.v.) ile beraber gazâda bulunurduk, mücâhidlere su verir ve onlara hizmet ederdik. Yaralıları ve şehidleri Medine’ye naklederdik.” Şehidleri ikişer üçer bineklere yükledikten sonra müslüman kadınlar onları defnedilecekleri kabrin yanına kadar getirir bırakırlardı
Evliyânın en büyüklerindendir. Babası Muhammed Behâeddîn-i Veled Hazretleri Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in rüyâda medhettiği ve “Sultânü’l-ulemâ= Âlimlerin sultânı” ismini verdiği pek kıymetli bir âlim ve evliyâ idi. Hz. Ebû Bekir Sıddîk (r.a.)’in soyundandır.
İnsanın geceleyin, gündüz yaptığı işlerini gözden geçirmesi gerekir. Çünkü gece dinlenip istirahât ettiği için akıl ve zekânın daha çok çalışacağı, düşüncenin daha çok yoğunlaşacağı zamandır. Eğer yaptığı işler doğru ve övgüye değerse devam eder, benzerlerini de yaparak onu izler.
Son devirde ülkemizde yaşamış en büyük velilerden Hz. Sâmî (k.s.)’un “tabiri câiz ise” kucağında doğmuş, onun terbiyesinde büyümüş, hayatını Hz. Sâmî (k.s.)’a hizmete ve ondan istifadeye adamış ve yine o zâtın vasiyyetleri gereği teçhiz ve tekfin işlerini yapmış, onun yolunu hâlâ insanlara anlatan ve Hz. Sâmî (k.s.)’un manevî evlâdı ve vazifelisi olan Muhterem Ömer Muhammed Öztürk, Hz. Sâmi (k.s.) ile yaşadıkları bir Berât kandili gecesini şöyle anlatmışlardır:
Hayatının tek gâyesi Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Hazretlerinin sünnetine uymak ve onu ihyâ etmek olan Hz. Sâmî Efendimiz; daha önceki kitâblarda: “Kılıcı boynunda asılı Peygamber” olarak tarîf edilen (s.a.v.) Efendimize bu husûsta da ittibâ edip gazâya iştirâk ederek “Gâzî” olmuşlardı.
Üstâdına olan muhabbet ve bağlılığını dâimâ arttırarak devâm ettiren Hazreti Sâmî Efendimiz bütün gün ve gecelerini hizmet yolunda geçirdiler. Sâmî Efendimiz dergâhın temizliğinden, ihvânın her türlü ihtiyaçlarına varıncaya kadar bütün hizmetlerini seve seve yaparlardı.
Mürşid-i kâmilini bulan ve Zât-ı ‘Âlîlerinin onun ifâdesi ile “Eyyâm-ı şebâbını (gençlik günlerini) şerîat-ı mutahhare ve tarî-kat-ı ‘âliyye hizmetinde” geçiren Hazreti Sâmî Efendimiz ma‘nevî mertebeleri hızla aşıyorlardı.
İlk, orta ve lise tahsîlini Adana’da tamâmlayan Hz. Sâmî (k.s.), yüksek tahsîlini İstanbul’da yaparlar. Hukuk Fakültesini birincilikle bitiren Hz. Sâmî (k.s.), bu arada bir müddet Gümüşhâneli Dergâhı’na devâm ederler.