Allâhü Teâlâ’nın veli kullarının gösterdikleri kerâmet haktır ve doğrudur. Kerâmetin var olduğuna inanmak dini akidelerimizdendir. Kerâmet belli bir ruh disiplini altında yapılan riyâzet ve dini ölçülere uygun âmel etmek neticesinde zuhur eden harika bir haldir. Bu hal, ne mucizedir ve ne de sihirdir. Ruhun ve kalbin maddi bağlardan tamamen kurtularak arınmasıyla tezahür eden bir olaydır. Allâh (c.c.)’a ihlâsla ibâdet ve itaat eden veli kulların gösterdikleri harikulade şeyler de, mucize gibi sebep ve vasıtalar dışında, doğrudan doğruya Allâh (c.c.)’un kudret ve iradesiyle meydana gelir. Kerâmet denilen bu hal, Allâh (c.c.)’unn Kitabı’na ve Resûl (s.a.v.)’inin sünnetine yapışmış, bütün hal ve hareketini şer’i şerife uydurmuş, takvâ sahibi salih insanlarda meydana gelir, İslâm şeriatının çizdiği yolun dışına çıkan kimselerde bu hal meydana gelmez. Mucize ile kerâmetin kaynağı birdir. Yalnız aralarındaki fark şudur: Mucize, peygamberlerin nübüvvet delilidir, kerâmet ise, onu gösteren zatın salih bir kişi olduğu ve tabi olduğu dinin ve peygamberin hakkâniyetine delâlet eder. Büyük mutasavvıf ve zamanının allamesi Eş-şeyh Muhammed Emin el Kürdi (k.s.): “Evliyaların varlığına inanmak vaciptir. Onların varlığını inkar eden kafir olur. Çünkü bu inkar Kur’anın nasıyla çatışır.” Cenâb-ı Hâkk buyuruyorlar ki: “Biliniz ki, Allâh’ın veli kulları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Veliler o kimselerdir ki, Allâh’a imân edip emirlerine aykırı hareket etmekten sakınırlar. Onlar için dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır.” (Yunus s. 62-64) Kezâ, ister hayatta olsun, ister vefâtlarından sonra olsun evliyâların kerâmetlerine itikât etmek vaciptir. Bütün bunlar hakkında hem kitap ve hem de sünnet varid olmuştur. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.146-147)