Cenâb-ı Hâkk “Nefsinde ve kalbinde Râbbini gizlice, boynu bükük ve ürpererek zikret. Sakın gafillerden olma.” ve benzeri âyetlerini indirdikten sonra Hâce-i âlem ve Ademoğullarının Mürşidi (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri: “Cenâb-ı Hâkk’ın kalbime ve gönlüme doldurduğu her şeyi olduğu gibi Hz. Ebu Bekir’in göğsüne boşalttım” buyurarak Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e Sevr Mağrasında kalble zikri telkin ederek öğretmiş, kendisinin de seçkin sahabilere telkin ve talim etmesini emretmiştir. Bâyezîd-i Bistamî (k.s.)’un zamanına gelinceye kadar bu yüce tarikâta Sıddîkıyye Tarikâtı adı verilmiştir. Cenâb-ı Şah-ı Nakşibendiyy-i Buhari (k.s.) Efendimiz’e gelince Tarikat-ı Nakşibendiyye veya Tarîkat-ı Nakşiyye denilmiştir. Aynı şekilde Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.)’in damadı İmâm Ali (k.v.) Efendimiz’e de cehri zikri öğretip diğer Ashâb-ı Kiram (r.a.e.) hazretlerine telkin etmelerini emretmiştir. İmâm Cafer-i Sadık, Hasan Basrî (r.a.e.), Ma’rûf Kerhi (k.s.), Abdülkadir Geylâni (k.s.) Hazretleri gibi muhterem zevâtın el ve gönüllerinde zamanımıza kadar gelmiştir. Bu her iki yüce silsile yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan topluluklardan naklolunmuştur. Böyle bir haberi bir kalemde inkârın cezası ağırdır. İlâve olarak şunu da açıklayalım ki, yüce tarikâtlardan bir tarikâta bağlananlara yanlış bir yola sapmışlar diye pervasızca dil uzatmak ne büyük bir cesaret ve ne büyük bir cehâlettir. Çünkü bunlar Allâh Allâh diyerek Allâh (c.c.)’un yüce adını ya da “La ilahe illallâh” diyerek kalbleri ve kalıblarıyla ile kelime-i tevhidi anıyorlar. Tevbe edip istiğfar ediyorlar. Allâh (c.c.)’un zikri ile vakit geçiriyor, beş vakit namazı tertemiz oldukları halde cemâate devam ederek kılıyorlar. Böylesine güzel ve iyi davranışlarda ve Cenâb-ı Hâkk’ın razı olacağı amellerde bulunmak aklen, örfen, hikmeten ve şer’an suç mudur? Bu hâllerin hangisi şeriata aykırıdır? (Muhammed Es’ad Erbilî (k.s.), Mektûbat, s.373)