İmâm-ı Rabbani, Ubeydullah Ahrar ve Mahmud Sami Ramazanoğlu (k.s.) hazeratının üçünün birden kitaplarında geçtiği üzere bir kimse ehil olmadığı hâlde kendisine râbıta yaptırırsa imânsız ölür. Ehil olmadığını bildikleri hâlde ona râbıta yapanlar da aynı şekilde imânsız ölürler. Son devir zülcenaheyn âlim ve velîlerden Abdulhakim Arvasi (k.s.) Râbıta-ı Şerîfe risâlesinde şöyle söyler: Fenâ ve bekâ mertebelerine ulaştıkları şehâdetle sâbit olmayan kimseler, her ne kadar zikir tâlimine izinli olsalar da kendilerine râbıta ettiremezler. Râbıtaya yetkili olmadan kendine râbıta ettirenler, büyük zarardadırlar. Bu işin zararı, hem kendisine râbıta ettirene hem de râbıta edenlere erişir. Kendilerine yersiz olarak râbıta ettirenlerden bir kısmı, bâzı hâllere aldanıp, büyüklerin bâzı tecellilerini kendi hâlleri sanır, nefsine mâl eder, bir kısmı da tarîkat edeblerine ancak yüzeysel olarak bakabildiği için kendisinde olmayan şeyleri var zanneder yahut “sahte kerâmet ve oyuna geliş” dedikleri felakete düşer. Bu mesele, müride büyük zarar verebilir. Râbıtadan gâye; müridin kalbinden gaflet ve karanlığın kovulması iken, kendi kalbinden gaflet ve karanlığı kovamayanlar, nefislerine râbıta ettirmekle onların gaflet ve zulmetlerini nasıl giderebilirler? Rabıta sadece hayatta olana yapılabilir fikri, evliyânın ölümünden sonraki tasarruflarını inkâr demektir. Şah-ı Nakşibend (k.s.)’in, Abdülhâlik Gucdüvanî (k.s.) ile arasında beş vasıta varken onun ruhâniyetinden, Ebül- Hasan Harkânî (k.s.)’nin de Ebayezid (k.s.)’den feyz alması, bu ölçünün doğruluğuna işarettir. Hz. Hâlid-i Nakşibendî (k.s.)’nin halîfelerinden hiçbiri ve kezalik can dostu Şeyh İsmâil ve Şeyh Abdullâh Herevî, kendilerine râbıta edilmesine izin vermezler ve bu işi daima yasaklarlardı. “Tarîkat sadece edebdir.” denilmiştir. Mevlâna (k.s.), Mesnevî’de, bu inceliğe işaret eder ve mârifet yolunun edebde olduğunu, edebden yoksun olanların İlâhi lûtuftan mahrum bulunduğunu kaydeder. (Misvâk Neşriyât, Hâkk Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar)