İbn-i Asâkir (r.âleyh) Muhammed bin Hamza (r.âleyh) tarikından “Târîh-i Dımaşk” adlı kitabında şöyle rivâyet eder: O demiştir ki: “Büyük dedem Abdullah bin Selâm (r.a.), Peygamber (s.a.v.)’in Mekke’de çıktığını duyduğu zaman, O (s.a.v.) ile karşılaşmak istemiş, O (s.a.v.)’in yanına gitmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine: “Sen, Abdullah bin Selâm’sın ve Yesrib (Medine) halkının âlimisin!” buyurmuştur. Dedem de “Evet” demiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) ona “Ey Abdullah, Allâh aşkına doğru söyle, Allâh (c.c.)’un Musa’ya indirdiği Tevrat’ta benim vasfım yok mudur?” demiş. O, bu soru karşısında demiş ki: “Yâ Muhammed! Bana Râbbinden bahset!” Tam bu sırada Cebrail (a.s.) gelip: “De ki: Allâh ehâddir, Allâh samed’dir! Doğurmamış ve de doğurulmamıştır! Hiçbir şey O’nun dengi olmamıştır” mealindeki İhlâs Sûresinin âyetleriyle cevâp vermesini söylemiştir. Peygamberimiz de bu âyetleri okuyarak cevâplamıştır. İşte bunun üzerine büyük dedem Abdullah bin Selâm (r.a.): “Şehâdet ederim ki sen, Allâh (c.c.)’un resûlüsün! Gerçekten Allâh (c.c.) sana yardım edecek ve senin elinle İslâm’ı diğer dinlerin üzerine çıkaracaktır. Ben senin sıfatını Tevrat’ta: “Ey Peygamber, biz seni şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik! Sen benim kulum, resûlümsün! Sana el-Mütevekkil adını verdim, sen sert ve şiddetli değilsin, sokaklarda bağırır değilsin, kötülüğe iyilikle karşılık verirsin, affeder bağışlarsın. Allâh, eğri milleti O’nunla doğrultmadıkça, onlar: “Lâ ilâhe illallâh!” Kelime-i Tevhidi ile doğru yolu bulmadıkça; O’nun vâsıtası ile kör gözleri açmadıkça, işitmeyen kulakları işitir hâle getirip kapalı kalbleri açmadıkça, O’nu dünyadan âhirete göçürmeyecek, O’nu vefât ettirmeyecektir!” şeklinde bulup okumuşumdur” demiştir. (Celaleddin es-Suyuti, Nebî (s.a.v.)’in Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, s.28)