Fatih Sultan Mehmet Hân, İstanbul’u aldıktan sonra bir gün şehirde dolaşırken mahzen gibi bir yerden inilti sesleri duyuyor. Adamları oraya gidince perişan vaziyette iki papaz ile karşılaşıyorlar. Niçin hapsedildiklerini soruyorlar. Papazlar, “Biz İmparator Konstantin’e müracaat ederek, memleketin gerilemesine ve bu hale düşmemize sebep hep adaletsizliktir. Adaleti tesis et” dedik. O da kızdı ve bizi hapsetti. Bizimkiler papazlara, “Artık buradan çıkın” dediklerinde, “Biz yerimizden memnunuz. Adalet olmayan yerde artık bizim işimiz yok, bizi rahat bırakın” diye cevap verdiler. Durum Fatih’e bildiriliyor. Padişah, “Onları huzuruma getirin” emrini veriyor. Papazları temizleyip yanına getiriyorlar. Fatih, önce bunların böyle doğru konuşmalarından memnun olduğunu söylüyor. Daha sonra memleketi dolaşmalarını ve adalete aykırı bir durumla karşılaşırlarsa, derhal bildirmelerini emrediyor. İki papaz yola revan oluyor. Evvelâ Bursa’ya gidiyorlar. Ne yapalım diye düşünürken, mahkemeye gidip dâvâ dinleyelim diye karar veriyorlar. Şöyle bir dâvâ dinliyorlar. Bir dâvâcı diyor ki: “Efendim, bu adam bana bir at sattı. Fakat solungandır, demedi. Sık sık hastalanıyordu. Durum böyle olunca alışverişi bozmanız için size koştum. Fakat siz makamınızda yoktunuz. Döndüm, baktım ki at ölmüş. Ben şimdi hakkımı arıyorum.” Hâkim şöyle hüküm veriyor: “Ben yerimde olsaydım bu alış-verişi bozacaktım. Fakat yerimde bulunmamam dolayısıyla adaleti hemen yerine getirme imkânı olmadı. At da öldü. Dolayısıyla suçlu olan benim. Atın bedelini ben ödeyeceğim.” Hâkim, kaç para ise verir ve dâvâyı halleder. İki papaz bir süre birbirine baktıktan sonra oradan ayrılır. Şimdi ne yapalım, dedikten hemen sonra İznik’e gitmeye karar verirler. (Devamı diğer yaprakta)
(Süheyl Ünver, 29.05.1953-Yeni Sabah Gazetesi. Nakil: Dursun Gürlek)