Türk-İslâm târihinde çok önemli bir yer tutan İstanbul’un fethi, İslâmiyet’le birlikte ortaya çıkan mukaddes bir ideâl, yüce bir gâyedir. Bu ulvî gâye uğruna önce Arablar, sonra da Türkler İstanbul surları önünde seve seve can verdiler. İstanbul, 1453 senesine kadar çeşitli millet, devlet ve topluluklar tarafından birçok defa muhasara edildi. Peygamber (s.a.v.)’in; “Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecek tir. Bu fethi yapacak hükümdâr ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir.” hadîs-i şerîfi, bütün Müslümân sultan ve kumandanlarının bu şehri fethetmek arzu ve gayret lerini harekete geçirdi. Müslümânlar, feth-i mübîni gerçekleştir mek için pek çok teşebbüste bulundular. İslâm âleminde dört halîfe, Emevîler, Abbasîler ve Osmanlılar devrinde en büyük ideâl hâline gelen İstanbul’un fethine ilk teşebbüs, üçüncü halîfe hazret-i Osman devrinde yapıldı. Emevîler devrinde yapılan muhasarada büyük sahabelerden Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) de bulunuyordu. 669 baharında kuvvetli bir şekilde muhasara edilen İstanbul, fetholunamadı. Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.) bu kuşatma sırasında şehîd olup, İstanbul surları yakınına defnedildi. Onuncu asırda, İslâmiyet’i kabul eden Türkler, büyük şevk ve îmân ile İstanbul’un fethini ulvî bir gâye olarak benimsediler. 1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya yerleşen Türkler, iki sene gibi kısa zamanda Marmara Denizi ve Boğaziçi sahillerini ele geçirerek İstanbul’u tehdîde başladılar. On birinci asrın sonlarında Papa’nın öncülüğünde hıristiyanların mukaddes beldelerini Müslümânlardan kurtarmak ve Türkleri Anadolu’dan atmak için düzenlenen haçlı seferleri İstanbul’un fethini geciktirdi. 1299’da Osman Gâzi’nin kurduğu Osmanlı Devleti pâdişâhları ve askerleri hadîs-i şerîfde müjdelenen ulvî gâyeye ulaşmak arzusuyla faaliyetlerde bulundular. Osman Gâzi ölüm döşeğinde oğlu Orhan Gâzi’ye; “İstanbul’u al, gülzâr et.” diyerek vasiyette bulunmuştu, İstanbul’un fethinin ilâhî bir vâd olduğunu bilen Osmanlı sultanları ısrarla bunun üzerinde durdular. (Osmanlı Târihi Kronolojisi, c.1, s.232)