Allâhü Teâlâ yahûdîlerin kendilerini savaşçı sayıp Ehl-i İslâm’dan adetçe çok olmakla gâlib olacaklarına dâir iddialarını reddetmek üzere: “Ey mü’minler! Sizin için iki fırkada (toplulukta) büyük alâmet vardır ki, o iki fırka birbiriyle karşılaşırlar, onlardan birisi fîsebilillah (Allâh (c.c.) yolunda) mukâtele eder (vuruşur), diğeri mütemerrid olarak (inâd ederek) mukâtele eder. Mü’min olan fırka, kâfir olan fırkayı kendisinin iki misli olduğunu ru’yelayn (gözüyle) görür. Hâlbuki Allâhü Teâlâ dilediği kulunu nusret (yardım) ile te’yîd eder. İşte şu fırkalardan iki misli çok olan fırkanın, az olan fırkaya mağlûb olmasında, basiret sahipleri için ibret vardır.” (Âl-i İmrân s. 13) Âyetin mânâsı; “Ey yahûdî kavmi! Sizin için Bedir’de karşı karşıya muharebe eden iki fırkada pek büyük alâmet vardır. Zîrâ o iki fırkadan birisi mü’minler ki “İ’lâ-yı Kelimetullah” için fî-sebîlillah (Allâh (c.c.) yolunda) muhârebe eder. Ve diğer fırka-i kâfire (kâfir topluluğu) ki, Kureyş kabîlesidir. Onlar şirk üzere kalmak için muharebe ederler ve kendilerinin ehl-i imânın iki misli olduğunu ru’yel-ayn (gözleriyle) görür ve gâlib olacaklarını zannederler. Hâlbuki Allâhü Teâlâ dilediği kimseleri kendi yardımıyla te’yîd ve takviye eder (destekler). Binâenaleyh mü’minler az oldukları halde Allâhü Teâlâ’nın yardımıyla gâlib oldular. İşte şu azın, çoğa galebesinde idrâk ve basiret sahiblerine büyük ibret vardır.” Çünkü Bedir vak’asından döndükten sonra Resûlullâh (s.a.v.) Hazretleri Medîne-i Münevvere’de Benî Kaynukâ çarşısında yahûdîleri topladı ve buyurdu ki: “Ey yahûdi cemâati! Kureyş’e nazil olan (inen) belâyânın (belâların) size de nazil olmasından korkun! Ve belâya (belâlar) nazil olmadan evvel İslâm olun, necât bulun (kurtulun). Zîrâ siz benim Nebî olduğumu bilirsiniz. Binâenaleyh imân etmeniz lâzımdır.” (Hz. Mahmûd Sâmi Ramazanoğlu (k.s.), Bedir Gazvesi ve Sure-i Enfâl Tefsîri, s.92-93)