Kerâmet Haktır başlıklı yazımızı istifadenize sunuyoruz.
Allâhü Teâlâ’nın veli kullarına gösterdikleri kerâmet haktır ve doğrudur. Kerâmetin var olduğuna inanmak dini akidelerimizdendir.
Sihirbazlık, kerâmet değildir. O, belki kaide ve prensipleri bulunan bir bilgi ve sanattır. Bu bilgi ve sanata sahip olan kimseler sihir yapabilirler.
Kerâmet ise, belli bir ruh disiplini altında yapılan riyâzet ve dini ölçülere uygun âmel etmek neticesinde zuhur eden harika bir hâldir. Bu hâl, ne mucizedir ve ne de sihirdir. Bu hâl, ruhun ve kalbin maddi bağlardan tamamen kurtularak arınmasıyla tezahür eden bir olaydır. Allâhü Teâlâ’ya ihlâsla ibâdet ve itaat eden veli kulların gösterdikleri harikulade şeyler de, mucize gibi sebep ve vasıtalar dışında, doğrudan doğruya Allâhü Teâlâ’nın kudret ve iradesiyle meydana gelir. Kerâmet denilen bu hal, Allâhü Teâlâ’nın Kitabına ve Resulü (s.a.v.)’in sünnetine yapışmış, bütün hâl ve hareketini Şer’i Şerife uydurmuş takvâ sahibi salih insanlarda meydana gelir, İslâm şeriatının çizdiği yolun dışına çıkan kimselerde bu hâl meydana gelmez
Mucize ile kerâmetin kaynağı birdir. Yalnız aralarındaki fark şudur: Mucize, peygamberlerin nübüvvet delilidir, kerâmet ise, onu gösteren zatın salih bir kişi olduğu ve tabi olduğu dinin ve peygamberin hakkaniyetine delâlet eder. Bir kafirin veya fasıkın gösterdiği harika şeylere de istidrac denilir. Yani, bu harikayı gösteren fasık veya kafir kişinin daha da kötüye doğru gitmesine işarettir.
Evliyâların kerâmetlerine itikât etmek vaciptir. Kerâmet nübüvvet davası olmaksızın salih kullar tarafından gösterilir. Bütün bunlar hakkında hem Kitap ve hem de Sünnet’te delil vardır.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Âkâidi, s.146-147)