Kalbin Vazifesi 

Îmân ve tevbeden sonra kalbin vazifesi Allâh (c.c.) için amellerinde ihlâslı olmak, şüphe ânında hüsn-i zânn beslemek, Allâh (c.c.)’a güvenmek, azâbından korkmak, fazlını ümit etmek ve takvâ üzere olmaktır.
Kalbin mânâsı hakkında birçok haber rivâyet edilmiştir. Bunlardan birinde Resûlullâh (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Mü’minler içerisinde öyle kimseler vardır ki, kalbim kendileri için yumuşar.” Yine Resûlullâh (s.a.v.): “Hâkk, nûr üzerinde olduğu hâlde gelir. Öyleyse kalplerin sırlarına dikkat ediniz” buyuruyor.
İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle demektedir: “Kalplerin bir istekli ve bahtlı (ikbâl) hâlleri; bir de gevşek’ (fetret) ve bahtsız (idbâr) hâlleri vardır. Arzûlu ve bahtlı ânında ondan yararlanın; bezgin ve bahtsız ânında ise onu bırakın.”
Abdullah İbnu’l-Mübârek (r.âleyh) diyor ki: “Kalp ayna gibidir; uzun süre elde durursa paslanır. Hayvan gibidir; ondan gâfil olursan sapıtır.”
Hükemâdan biri de şöyle söylemiştir: “Kalp, altı kapılı bir ev gibidir. Sâhibine denir ki, “Sakın bu kapılardan bir şey girip de evini senin ifsâdına sebep kılmasın.” Kalp, işte o evdir. Kapıları da gözler, dil, kulaklar, zihin, eller ve ayaklardır. Ne zaman bu kapılardan biri bilgisizce açılırsa, ev zâyi olur.”
Ellerin ve ayakların vazifesi; onları mahzûrlu olana uzatmamak ve haktan alıkoymamaktır. Mesrûk b. Ecdâd (r.âleyh) der ki: “Kul hiçbir adım atmaz ki, kendisine bir sevâb ya da günâh yazılmış olmasın.” Avn b. Abdullah (r.âleyh) şöyle demiştir: “Allâh (c.c.)’un hidâyeti pek çoktur. Onu ancak görmesini bilen görür. Onunla ancak pek az kimse amel eder. Görmüyor musun? Gökyüzündeki yıldızları basiret sahibleri görür ve onlarla sadece âlimler yollarını bulur.”
(Haris el-Muhasibî, Ahlâk ve Arınma)