Müslüman kimliğinin oluşmasında ve korunmasında İslâm dininin kendine has metotları bulunmaktadır. Kur’ân ve sünnet, İslâm kimliğinden uzaklaşmakta en büyük sapmalardan biri olarak geçmiş ümmetleri izlemeyi, onlara benzemeyi ve onları taklit etmeyi göstermiştir. Bu arada taklit edenin niyeti ne olursa olsun, taklit edilen başka din mensuplarının, müslümanları hiçbir şekilde kendilerinden saymadıklarını öncelikle zikretmekte fayda vardır. Allâhü Teâlâ, onların kendi dinlerine uymadıkça müslümanlardan râzı olmayacaklarını bildirmiştir. (Bakara s. 120) Dolayısıyla hangi alanda olursa olsun onlara benzemek onları tatmin etmemektedir. Kur’ân-ı Kerîm, taklit konusunun üzerinde ısrarla durur. Müslümanları bir tavır almaya zorlar. “Babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izine uyarız.” (Zuhrûf s. 23) âyeti, taklidin bâtıl oluşuna delildir ve Resûlullâh (s.a.v.)’in dâvetini araştırmayı terk edip ataları taklit etmeyi kınamaktadır. Taklitçi, atalarının sözleriyle âmel eder, onların yoluna uyar. Hakka çağrıldığında onu düşünmek, incelemek yerine; delilsiz, huccetsiz olarak atalarından kalan mirasa sarılır. Buna göre taklit, bir geriye dönüştür, irticâdır. Taklit, fikir donukluğudur ve insanı akıl ve muhâkemeden yoksun bırakır, taklit eden kişiler mantıklarını çalıştırmazlar. Misâl verecek olursak İslâmiyet, aklı ilga eden sadece duygulara dayalı olan putçuluğu yıkmakla taklidi de yıkmıştır. Taklit, kolay kolay ruhtan silinmediği için gerçeği kavramaya engeldir. Nitekim “Onlara, Allâh (c.c.)’un indirdiğine uyun denildiği zaman ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler.” (Bakara s.170) âyeti bu noktaya temas eder. (Prof. Dr. Aynur Uraler, Sünnete Uymanın Engelleri, s.116-117)