Müslümanın ilk olarak farzları, vacipleri, sünnetleri öğrenmesi; ikinci olarak farz olan tüm ibâdetleri sünnetler ve vacipler ile pekiştirmesi gerekir. Üçüncü olarak da bu öğrenilenleri güzel bir şekilde tatbik etmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, büyüklerimizin tâbiri ile malayâni ile yani boş işlerle uğraşılıyor demektir. Allâh (c.c.) ve Resûlü (s.a.v)’in herhangi bir emirleri için hiçbir zaman “Bugünkü şartlarda böyle olur mu?”, “Bugünkü şartlarda; bunu yapmak mümkün değil.” gibi bir düşünce içerisine girmemek gerekir. Bilinçli olarak bu şekilde bir düşünce içerisine girmek insanı iki cihetten küfre sürükler: Birincisi Cenâb-ı Hâkk dünün şartlarını bilirdi ama bugünün şartlarını bilmiyor, mânâsına gelir ki burada Allâh (c.c.)’a hâşâ cehâlet isnâd edilmiş olur. İkincisinde ise Cenâb-ı Hâkk eskiden yaşayanlara çekebileceği yük yüklerken bugünün insanına çekemeyeceği yük yükledi mânâsına gelir ki burada da Allâh (c.c.)’a hâşâ zulüm isnâd edilmiş olur. Dolayısıyla asla bu şekilde bir düşünce içerisine girilmemeli ve Cenâb-ı Hâkk’ın affına tâlib olunmalıdır. Resûlullâh (s.a.v.)’in her duâsı müthiştir, bazıları vardır ki son derece kısa ve özdür. Resûlullâh (s.a.v.): “Allâhümme aslih niyyetî ve zürriyyetî (Ya Rabbim, niyetimi ve zürriyetimi ıslâh et.)” şeklinde duâ buyurmuşlardır. Arapçası ile beraber ezberlenmesi son derece kolay olan bu duâyı mümkün olduğunca tekrarlamakta fayda vardır. Bu şekilde Cenâb-ı Hâkk’a sürekli duâ etmekte ve Sırât-i Müstakim’den, istikâmetten ayrılmamak için Allâh (c.c.)’ya yalvarmaktan gâfil olunmamalıdır. (Ömer Muhammed Öztürk, Sohbetler-2, s.46-47)
BİR MECELLE KAİDESİ ÖĞRENELİM Nâsın İsti’mâli bir hüccettir ki anınla amel vâcip olur. (Mecelle 37. Kaide) İnsanların şeriate muhalif olmayan amelleri (âdetleri) bir delildir. Onunla amel etmek gerekir. Buna tekâmül de denir.