Zamanımızın ilim sahipleri de bilir ki nebilere vahiy inmesinin başlangıcı salih rüya ile olagelmiştir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz kırk yaşına geldiği, kendisine türlü feyizlerin eriştiği vakitlerde altı ay kadar rüya yoluyla vahiy gerçekleşmiştir. Yüce Allâh bu altı ay içinde peygamberine önce uykuda, sonra da uyanıkken vahyetti. Sonra kendine halvet, yalnızlık sevdirdi. Peygamberlik günleri yaklaştıkça Resûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in, meleklerin bile kapılıp gittikleri mübarek gözleri sıra dışı şeyler görmeye başlamıştır. Rast geldiği taş ve ağaç cinsi varlıklar gâyet fasih bir dille, “Selâm sana ey insanlığın efendisi” derlerdi. O vakitlerde alışkanlık haline getirdiği yalnızca oturmak ve kimseyle görüşmemekti. Yollarda giderken ve etrafında da hiç kimse yokken “Yâ Muhammed” şeklinde gaipten gelen sesten vehme düşer, bu vehimden kurtulmak için bir yerde kendini saklayıp gizlenirdi. Dünya nakışlarını gönül haritasından tamamen silip yok eder, halkın arasında bulunmak şeklindeki bağları keserdi. Bu yüzden hakkında, “Muhakkâk Muhammed Rabb’ine âşık oldu” dendi. Cebrail (a.s.)’ın gelişi ve Kur’ân âyetlerinin inişi yaklaştıkça insanlarla görüşmekten yüz çevirir, uzlet köşesine çekilmeyi yeğlerdi. Hira mağarasında kendini tevekkül ve takvâya verir, sabahlara kadar ibâdet ve duâ ile gözyaşı dökerdi. Günleri bu hal ile bir müddet geçip tertemiz gönlü kabiliyet feyziyle dolunca, Cibrîl-i Emîn (a.s.) kutlu peygamberlik elbisesini âlemlerin Râbb’inin Resûlü (s.a.v.) Efendimiz’in sırtına giydirmiştir. Akabinde de, “Bütün varlıkları yaratan Râbb’inin ismiyle başlayıp Kur’ân’ı oku.” (Alâk s. 1) manasındaki âyet-i kerimeyi tebliğ etmiştir. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.65)