Hayber’deki kalelerin en büyüğü olan Kamus Kalesi’ndeki halkın savunma konusunda son derece sebat göstermeleri bazı kimselere ümitsizlik vermiş ve kalenin fethinden ümit kesmişlerdi. O kimselerin başında ümitsizliğin uçup durduğu akşam, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in güzel ağzından icâzla dolu: “Allâh (c.c.)’a yemin olsun ki sancağı yarın öyle bir yiğide vereceğim ki, Allâh fethi onun eliyle nasip edecek. O, Allâh ve Resûlü’nü sever, Allâh ve Resûlü de onu sever” hadisi dökülmüş ve Muhammed b. Mesleme (r.a.)’in katili olan Merhab’ın öldürüleceği müjdesi verilmiştir. Bu durum ashâb (r.a.e.)’in hepsini ümit ve hayret içinde bırakmış, “Acaba o muhteşem talih hüması hangi kutlu kişiye gölge olup onu bahtiyar edecektir?” düşüncesiyle tevhid ehli bütün gaziler rahat uykularını terkettiler. Bazıları Ali el-Murtazâ (r.a.)’in buna layık olduğunu itiraf ediyorlardı. Fakat gözlerinin hasta olması sebebiyle gazadan mahrum kaldığından böyle düşünmekten vazgeçmişlerdi. Hz. Haydar (k.v.) ise, “Gözlerim, tutulduğum sancı yüzünden Habîb-i Kibriya (s.a.v.)’i görmekten mahrum kaldı. Bari kulağım olsun, onun sözlerini işitmekten mahrum olmasın” diyerek Medine’den hareket etmiş ve o gece İslâm’ın ordugâhına varmıştı. Gelmiş ve gelecek olan bütün varlığın efendisinin kelimelerini duymaktan memnun bir şekilde onun sözlerini işitmiş, o ebedî saadet şerefine mazhar olmak üzere tevekkülle dolu, “Allâhım! Senin mani olduğunu kimse veremez ve senin verdiğine de kimse mani olamaz” sözleriyle duâya el açarak teslimiyet ve rıza seccadesine oturmuştu. (Eyüp Sabri Paşa, Mahmudu’s Siyer, s.332)