İmâm-ı Gazâlî (r.âleyh) dedi ki: “Cehennem ehlinin çoğunun ağlaması, ibâdetlerini, din işlerini geciktirdikleri için olacaktır. Yarın yaparım diyen zavallı, bugünün dün için yarın olduğunu düşünememektedir. Günler birbirini ta’kîb edip zaman geçtikçe gücü, kuvveti de azalmaktadır. Dünyanın ihtiyaç ve arzuları bitmez. Âmelleri geciktirmenin esas sebebi, dünyâyı sevmekten, ona çok sarılmaktan ileri gelmektedir. Gafletin de mânası budur. Şurası bir gerçektir ki, dünyayı ne kadar severse sevsin, mutlaka bir gün ondan ayrılacaktır.” Hadîs-i şerîfte: “Sevdiğini sev, zîra ondan ayrılacaksın” buyuruldu. İlmin aslı, Allâhü Teâlâ’yı tanımaktır. Ma’rifetullah’dır. Bu ilmi öğrenmeden önce Selef-i Sâlihîn diğer ilimleri öğrenmezlerdi. İbni Abbas (r.a.)’den rivâyet edilir: Bir köylü Resûlullâh (s.a.v.)’in huzuruna geldi: “Yâ Resûlâllah! Bana ilmin garaibini öğret” dedi. Resûlullâh (s.a.v.) ona: “İlmin başını ne yaptın?” buyurdu. Köylü; “ilmin başı nedir?” dedi. Resûlullâh (s.a.v.): “Allâhü Teâlâ’yı hakkıyla tanımaktır. Bu da O’nun misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, âhir, zahir, bâtın olduğunu bilmektir” buyurdu. (Seyyid Alizâde, Şir’atü’l İslâm)
NAMAZIN İKÂMESİ NASIL OLUR?
Namazın ikâmesi, namazın farzları, sünnetleri ve âdab-larında hiçbir eksiklik olmadan, tâdili erkan ile ve devamlı kılmaktan ibarettir. Namazın ikâmesi, namaza devam etmekten ibarettir. Nitekim Cenâb-ı Hâkk “Onlar, namazlarına devam edenlerdir.” (Meâric s. 34) ve “Onlar, namazlarına devamlıdırlar.” (Meâric s. 23) buyurmuştur. Bu ifade, pazardaki mal rağbet görüp tükendiğinde bunu ifade için Arapların söylediği “piyasa yükseldi” sözünden alınmıştır. Buna göre, “namazın ikâmesi”, ona rağbet edilmesi manasınadır. Çünkü namaza devam edildiği zaman, o, arzuların kendisine temayül edip çokça rağbet gören bir şey gibi olur. Namaz kılınmadığı zaman ise, âdeta kendisine rağbet edilmeyen ve revaç bulunmayan bir şey gibi olur. “Namazın ikâmesi”, onu edâ etmek için, her şeyden kendini tecrid edip, edâsında bir gevşeklik göstermemekten ibarettir. (Fahruddîn Er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtîhu’l-Ğayb, c.1, s.459)