Müçtehid olmayan bir mü’min için, bu dört mezhepten birisini taklid etmek vaciptir. Taklid, delilini bilmeden, bilmeye gerek duymadan, mezhebi müdevven, müçtehid bir imâma uymaktır. Özellikle memleketimizde mutlak müçtehid bulunmadığı için, her müslüman buna mecburdur. Bu vecibeye riâyet etmeyen bir kimse, mezhepsiz ve bid’at ehlidir. Eş-şeyh Abdülkerim (r.âleyh), “Nurul İslâm” adındaki kitabında şöyle diyor: “Âmi yani içtihâd derecesine eremeyen kimse için, bu mezhep müçtehidlerinden birinin mezhebini taklid etmesi vaciptir.” Bunun delili hem Kitap ve hem de Sünnet’tir. En doğru söylenen Resûlullâh (s.a.v.)’in, hayırlı olduklarına şehâdet ettiği üç asrın ehlinin icması, bazı değersiz muhalifler dışında, onlardan sonra gelenlerin de icmâli budur. Her müslüman bütün dini konulan âyet ve sünnetten çıkaramaz. Hatta Kitap ve Sünnet’in tamamını okuyup inceleme imkânına sahip olsa bile, bu konuda ihtisas sahibi olmadığı için, delilden hüküm çıkaramaz. İşte, müçtehid olmayanların, bu dört mezhepten birisine uymaları mecburidir. Herhangi bir mezhep imâmım mutlak taklidi yeterlidir. Mecburiyet hasıl olduğu zaman ve yerlerde, telfike düşmemek kaydıyla, yani bir tek konuda birkaç mezhebin kolay tarafını seçmemek şartıyla, başka bir mezhebi taklid etmesi caizdir. Yalnız sabah bir mezhebe, akşam başka bir mezhebe uymak da Ehl-i Sünnet’in mezheplerini eğlenceye almak olduğu gibi, asla doğru bir hareket de değildir. Bir müslümanın bu dört mezhebi terkederek “Kitap ve Sünnet’in meâl ve tercümelerinden anladığımla amel edip, hüküm çıkarabilirim” veya “ben de müçtehidim, bununla beraber Ehl-i Sünnet’im” dese, davası doğru olmaz. (Mehmet Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, s.143-144)